Turabdin: “Kırılmış bir dala konmuş kuş gibi, her an düşebilirmiş gibi hissedenler” ülkesi
Bir Süryani
Midyat’a Doğru
Midyat ve çevresine bir gün ayırıyoruz. Önce Mağara köyüne uğrayacağımız için, güzergâhı uzatarak Nusaybin üzerinden gitmeyi tercih ediyoruz. Nusaybin sonrasında saptığımız yol boyunca uzanan dere kenarına konuşlanmış mesire yerleri, eski köyler arasından geçiyoruz.
Ezidiler, Mağara Köyü
İlk önce Ezidilerin 1200 yıllık köyünü; Mağara köyünü gezeceğiz. Ezidiler yazılı kaynağı olmayan, sözlü geleneğe dayalı bir dine ve kültüre inanan bir halk. Köyün levhası ile karşılaştığımızda sapıyoruz. Biraz gittikten sonra evleri boş ıssız bir köy çıkıyor karşımıza.
Nerede ıssız, insansız bir köy varsa orada acı vardır. Uzaktan köye baktığımda ruhumu böyle bir his kaplıyor… Köyde halen yaşayan aileler de var. Bazı evlerin onarıldığını görüyoruz. Buraya Mağara köyü denilmesinin nedeni, evlerin altında kilometrelerce uzayan yer altı yolları, mağaraların olmasındanmış. Bir köy sakininin ifadesiyle, Kürt ve Ezidi olmamızdan dolayı mağduriyetimiz iki katmanlıdır, diyor.
Önünden geçtiğimiz mezarlığa geri dönüyoruz. Önde bir ağaca kurdelalar bağlanmış. Duyduğumuza göre birçok Ezidi Avrupa’da öldükten sonra köyünün mezarlığına getirilip gömülüyormuş. Mezarlıkları kendilerine özgü ve örneği olmayan türden.
Avrupa’ya göç etmek zorunda kalmış ve köyünü ziyarete gelmiş ve kalan yıllarını burada geçirmek isteyen bir kadının ifadesiyle; yurdunu terk eden insan kendini “kırılmış bir dala konmuş kuş gibi, her an düşebilirmiş gibi hissedermiş.[1]” Kadının sözleri üzerine, hem ülkemizi terk etmek zorunda kalanları hem de yakın dönemde,Suriye’de İşid saldırısında Ezidi kadınların ve erkeklerin başlarına gelenleri hatırlıyoruz. Hüzünleniyoruz.
MOR GABRİEL MANASTIRI[2]
Mağara köyünden 10 kilometre sonra Mor Gabriel yol ayrımına geliyoruz. Sapaktan dönüyor ve bir süre köy yolundan gidiyoruz. Mor Gabriel haşmetli yapısı ile karşımıza çıkıyor. İçeri alınma saati 13.00’e 45 dakika var. Önceden girmek mümkün değil. Saati gelince içeriye kabul ediyorlar. Güzel ağaçlı bir yolda yürüdükten sonra üç kuleli manastırın girişinde bizi gezdirecek rehberi bekliyoruz. Tek başına gezmek mümkün değil. Grup olmasını bekliyoruz. Bir inşaat faaliyeti dikkatimizi çekiyor. Sorduğumuzda, temeli güçlendirme çalışması olduğunu anlıyoruz. Rehberin anlattığına göre Mor Gabriel Manastırı, dünyadaki en büyük Süryani manastırı olup Kudüsten sonra ikinci derecede önemliymiş. Bir diğer adı da Deyrulumur yani Hayat Manastırı… Manastır 2021 yılında Unesco, Geçici Kültür Mirası Listesine kaydedilmiş.
Süryani Kadim Ortodoks cemaatine ait Mor Gabriel Manastırı Turabdin Bölgesi metropolitinin ikametgahı aynı zamanda. Midyat’a 22 kilometre mesafede. 397 yılında Savurlu Mor Şimuel ile Kartminli Mor Şemun tarafından kurulmuş. Dünyanın kurulduğu günden beri hâlâ faal en eski dini yapılarından.
Manastır, sonradan gelen ve manastıra altın çağını yaşattığı söylenen Mor Gabriel’in adıyla anılıyor. 615-1049 arasında da Turabdin Bölgesi metropolitlik merkezi olarak görev yapmış. Bu dönemde teolojik bir merkez olmuş ve din adamlarının yetiştirilmesi görevini üstlenmiş.
Manastırda Ana Kilise’den başka Meryem Ana, Kırk Şehitler ve kurucu Mor Simeon’a adanmış üç kilise bulunuyor.
Ana Kilise
İlk olarak en eski yapısı olan kiliseye geçiyoruz. 6. yüzyılın ilk yarısına tarihlenen silindirik kubbesi görülmeye değer güzellikte. Roma imparatorlarının yardımıyla yapılmış. Yakın zamanda restore edilmiş. Çok sade ve etkileyici bir görünümü var.
1500 yıldır ibadet yapılan kilise; güzel camilerde, sinagoglarda hissettiğim gibi, sadeliği ve ışıltısıyla huzur veriyor bana. Vaftiz taşının üzerinde sarı bir külah duruyor. Kilisede iki mezar bölümü var. Birinde öldürülmüş bir metropolit diğerinde ise Sivas’ta katledilen 40 Şehitler’in kemikleri bulunuyormuş. 40 Şehitler öyküsünü Mardin merkezdeki aynı isimle anılan kilise de duymuştuk. Dileyen o yazımı da okuyabilir. (http://www.halukinanici.com/liste/mardini-farkli-gezmek/)
Teodora Kubbesi
Kubbe Roma İmparatoru Justinianus’un eşi Teodora tarafından 540 yılında yaptırılmış. Vaftizhane olarak kullanılan yapı 8 küçük kemer üzerinde yükseliyor. Yukarıya doğru konik biçimde. Tepesi açık. Özelliği dışarıdan kare yapı içeriden konik bir yapı olarak görünmesi.
Yine etkileyici bir göründüsü var. Yapıyı görünce Mora yarımadasının Miken antik şehrinde, Frigya Kralı Magnesia’lı (Manisa)Tantalos’un torunu Atreus’un veya Agememnon’un olduğu düşünülen konik mezarı hatırladım. O yapı buradakinden yaklaşık 2000 yıl önce yapılmış bir yapı. Her iki yapı bize anıtsal-konik mimari geleneğini gösteriyor. Burada tam ortada 1300 yaşında taştan bir masa var. Hamur mayalamak ve üzüm sıkmak için kullanılıyormuş. Önünde Süryanice bir yazı var, tarihçesini anlatıyormuş. Yan tarafta mutfak bölümü bulunuyor.
Meryem Ana Kilisesi
Manastırın günlük ibadetlerinin yapıldığı kilise. Çok sade bir görünüşü var. Diğer Süryani kiliseleri gibi dua ve ayin bölümleri ayrı ayrı. Bu kilisede de perde bulunuyor. Resim, ikon, heykel yok. Perde tercihinin bir nedeni de bölgenin savaş alanı olmasıymış. Savaşlarda ikonlar, heykeller resimler yok ediliyor ama perdeler yok edilse bile yapılması çok kolaymış…
Mezarlık Bölümü
Bazı özel mezarları gördükten sonra Azizlerin Mezarlığı bölümüne geçiyoruz. 12.000 kişinin kemikleri gömülmüş olarak bulunuyormuş. Burada her cumartesi akşamı toplu dua yapılırmış. Manastıra adını veren Mor Gabriel’in mezarı da burada yandaki mezar bölümlerinde değil de yerde, toprak altında bulunuyormuş. Mor Gabriel, çok mütevazı biri olduğu için mezarının ayak altında olmasını istemiş. Toprak içinde olmasının nedeni buraya ziyaret edenler kendi inancına göre elini sokup toprak alabilmesiymiş. Yerde bulunan mezarlardan biri de manastırın kurucusu Mor Samuel’e aitmiş. Terasa geçerken avluda bir kuyu görüyoruz. İlk günden beri kullanılar sarnıç-kuyunun yanından geçerek merdivenlerden çıkıyoruz.
Yaşam Alanı
Gezdiğimiz bölümlerden sonra yukarıda terasa çıkıyoruz. Teras demek de yanlış aslında. Birden fazla teras ve yapı var. Birbirlerine merdivenlerle, geçişlerle bağlanmış. Kademeli geçişler, yapılar muhteşem fotoğraf kareleri oluşturuyor. Fotoğraflar yaklaştırıldığında Süryani işçiliğinin, ustalığının sadece söylentiden ibaret olmadığı çok rahatlıkla anlaşılıyor. Rahiplerin, öğrencilerin, rahibelerin kaldığı bölümler birbirinden ayrılmış.
MİDYAT[3]
Mor Gabriel Manastırı’ndan sonra Midyat’a girdik. Mardin gezimde beni en çok şaşırtan yer Midyat oldu. Mardin’de göreceklerime hazırlamıştım kendimi. Midyat’ı daha önce filmlerde izlememe rağmen bende farklı duygular uyandırıyor. Safran sarısı taş yapıları ve günün her saatinde değişen görüntüsüyle; eski şehrin kademeli yapısı, her bir yapının kendi için kademeli yükselişi; uzaktan bakıldığında iç içe geçmiş taş merdiven, korkuluklarıyla tarifi zor bir estetik duygu yaratıyor. Eski Midyat şehrini Fransa’daki veya İtalyadakiler dahil taştan yapılmış güzel Orta Çağ kasabaları içinde üst sıralara yerleştiriyorum. Gün ışığında sararan, kızaran taş yapılarıyla bir Gordes, bir Siena varsa Anadolu’da da Mardin var, Midyat var… Ramazan nedeniyle notlarımızda yazılı lokantaların çoğu kapalı. Bir iki yere telefon edip açık olanlar arasında yemek yiyeceğimiz yeri tespit ediyoruz. Ancak gerek servis, gerekse yediklerimiz bizi çok mutlu etmiyor. Turist sayısında artış bekleyen bölge için yemek-içme hizmet sektörünün biraz daha gelişmesi gerekiyor.
İlçenin ismi konusunda farklı varsayımlar vardır. Bir görüşe göre Midyat; Farsça, Arapça ve Süryanice karışımı olan ve ayna anlamına gelen bir kelime. Bir diğer görüşe göre ise mağaralar kenti anlamına gelen Matiate kelimesinden türemiş. Matiate Asur yazıtlarında MÖ. 9.yy.’da geçiyormuş.
Meryem Ana ve Mor Akhisnoyo Kiliseleri
Midyat’a girerken sağ tarafta bir kilise dikkatimizi çekiyor. Arabayla o yöne sapıyoruz. Sağda gördüğümüz ilk kilise Meryem Ana Kilisesi. Sonra ara sokakta karşımıza Mor Akhisnoyo Kilisesi çıkıyor.
Mor Barsavmo Kilisesi
Dolaşırken karşımıza bu kez, 4.yüzyıla tarihlenen ilk Süryani ibadethanelerinden Mor Barsavmo Kilisesi çıkıyor.
Midyat Mağara Odaları
Bir rehber çocuk takılıyor bize. Programımızda olan iki yere götürüyor bizi. İlki Midyat Mağara Odaları. Şehrin içinde bulunan bu mağara odalar aynı zamanda bir kafe olarak düzenlenmiş. Önce kafede oturup bir şeyler içiyoruz. Rehber çocuğun elinde yaralar var. Bir merhem uzatıyoruz sürmesi için. “İstemem, A.. teyze üfleyecek” diyor…
Sonra rehberimiz bizi odaları dolaştırıyor. Bu mağara odalarında eski dönemde Süryanilerin yaşadığı düşünülüyor. Ayrıca bahçeden girilen bir odanın şarap mahzeni ve tahıl ambarı olarak kullanıldığını anlatıyor rehberimiz. Giriş kapılarının birinde “Güneş Uygarlığı’nda Bir Nefes” yazıyormuş. Bu yazı odaların Hıristiyanlık öncesi güneşe tapınma döneminde de kullanıldığını gösteriyor. Rehberimiz başka mağara odaları olduğunu da ilave ediyor. Aynı gün gazetede duyduğumuz bir haber de bunu doğruluyor. Muhtemelen, şehrin altı mağaralarla, bunlarını birbirlerine bağlayan gizli yollarla kaplı. Ne de olsa tarih boyunca batıdan veya doğudan gelen vahşi orduların geçiş yolu üzerinde bulunuyoruz…
Gelüşke Han
Sırada Gelüşke Han var.
Midyat’ın tarihi zenginliğini yansıtmakta olan Gelüşke Hanı, 1903 yılında Süryani vatandaş Musa Samas tarafından inşa ettirilmiş. Kentin ticaret merkezi ve konaklama yeri olarak kullanılan çarşının, 1950 – 70 yılları arasında köylü pazarı olarak faaliyet gösterdiği belirtiliyor. 80’li yıllarda handan çarşının ahır ve mezbaha olarak faydalanılmış. Bir vatandaş tarafından bugünkü haline kavuşturulmuş. Lokanta, dinlenme odaları, şadırvan bahçesi ve kafe olarak yararlanılıyor.
Burada oturmuyoruz. Biraz inceledikten sonra diğer kapısından yola çıkıyoruz.
Devlet Konuk Evi[4]
Midyat’ta en çok etkilendiğimiz bölge Devlet Konuk Evi ve çevresi. Birçok filme de ev sahipliği yapan bu yapının terası, balkonu insanı bir anda Orta Çağa götüren bir manzaraya sahip. Üç katlı bir ev olarak tasarlanmış. Midyat Kaymakamlığı tarafından satın alınmış. En alt kat kayanın oyulması ile elde edilmiş bir oda ve ona eklenmiş bir bölümden oluşuyor. Üçüncü katında geniş bir teras ve iki odası var. En üst kattaki oval balkon ise fotoğraf çekilmek için herkesin sıra beklediği bir yer. Üç katlı yapının terası eski Midyat’a hakim konumuyla fotoğrafçılara özel/doğal stüdyo hizmeti sunuyor. Özelikle akşamüzeri, ışığın gücünün azaldığı, tüm yapıların kavuniçine dönüşmeye başladığı anlar…
Tarihi Midyat Evleri[5]
Konuk evinin etrafı ve şehir merkezine inen yollar tarihi Midyat evleriyle çevrilmiş. Bugün Sit alanı olarak koruma altına alınan tarihi bölgedeki evler görülmeye değer. Konuk evinden izlediğimiz evleri yakından görmek için kendimizi sokak aralarına atıyoruz.
Midyat’ta gelirken yarım gün geçireceğim şehrin aklımda bu kadar yer edeceğini düşünmemiştim. Ayrılırken Midyat estetiği diye yeni bir bölüm açılıyor zihnimde. Mardin gezimin sonunda “Aklım Midyat’ta kaldı” desem yeridir. Daha şimdiden gelecek sefere kalacağım otel belli. Turabdin ve Midyat’a iki gece burada kalacak şekilde yer ayırmalıyım.
TURABDİN PLATOSU
Turabdin, Midyat ve çevresini sınırları içine alan yüksek bir plato. Turabdin, Süryanicede “Kulların Dağı” anlamına geliyormuş. Süryaniler için önemli bir bölge olup Hıristiyanlığın serbest bırakıldığı 3-4.yüzyıllarda inşa edilmiş kiliselerin, manastırların bulunduğu dağlık bir bölge. İnsanlığın ilk yerleşim yerlerinden biri olarak kabul ediliyor. 4. asırda burada 100’e yakın manastırın bulunduğu, binlerce din görevlisinin hizmet ettiği sanılmaktadır. Süryaniler için kutsal bir bölge özelliğini halen sürdürüyor.
Kurulduğu 4.yüzyıldan beri ibadet edilen Mor Gabriyel Manastırı da bu bölge içinde yer alıyor. Unesco Geçici Kültür Mirası listesine, bölgeden 5 manastır ve dört kilise seçilmiş: Mor Sobo Kilisesi, Meryem Ana Kilisesi (Yoldath Aloho), Deyrulzafaran Manastırı[6], Mor Gabriel Manastırı, Mor Abai Manastırı, Mor Loozor Manastırı, Mor Yakup Manastırı, Mor Quryaqos Kilisesi ve Mor Azozo Kilisesi.
Bu kiliselerden özellikle Anıtlı-Meryem Ana Kilisesi mimarisi göz alıcı olarak ön plana çıkıyor. Bir Roma yapısının kiliseye dönüştürüldüğü düşünülüyor. Kubbesinin dış-üst bölümü ve çan külesi 20.yy.’da eklenmiş.
Mor Loozor, Midyat’a 1 km mesafede bir tepe üzerinde bulunan bir Süryani manastırı. Bu manastırda, yüksek bir kule üzerine çıkılarak ibadet edilen bir inziva kulesi bulunuyor. 5 veya 6.yüzyılda bir Zerdüşt tapınağı üzerine yapıldığı düşünülür. Bölge ile ilgili bulduğum kaynaklar sonraki gezimin ayrı bir yazı konusu olarak önümde duruyor…
Not: Konik mimari yapı örneği; Miken, Atreus’un veya Agamemnon’un Mezarı olduğu tahmin edilen mezar yapısı. Konik yapının içi boş ve karanlık olduğu için fotoğraf çekmeye elverişli değildi.
©Haluk İnanıcı, Yazı ve yazıda yer alan fotoğraflar kısmen veya tamamen hiçbir şekilde kopyalanamaz, kullanılamaz.