Haluk İnanıcı
Yolun Başı: Kasımiye Medresesi
Nusaybin yolculuğumuza başlamadan önce şehrin biraz dışında yüksek bir tepe üzerinde konumlanan Kasımiye Medresesi’ne ugruyoruz. Medresenin yapımına Artuklular Dönemi’nde (1103-1409) başlanmış ancak 1469 yılında Akkoyunlular Dönemi’nde (1432-1507) tamamlanmış. Bu nedenle yapıyı tamamlayan Akkoyunlu Sultanı Kasım İbn Cihangir’in adıyla anılıyor. İki teras üzerinde iki katlı olarak planlanmış yapı. Okul olarak yapılmış. İki katta dershanelerden, iki mescit ve bir çeşmeden oluşuyor. Okulun eğitim verdiği dönemde bölgenin büyük okullarından biri olduğu düşünülüyor.
Mardin’in içinde gezdiğimiz Zincirli Medrese ile süsleme, taş işçiliği mimari tarz açısından benzerlikler hemen göze çarpıyor. Taç kapısı neredeyle Zincirli Medrese’ninkiyle aynı.
Sultan Kasım burada öldürülmüş. Rivayete göre, kız kardeşi Kasım bey öldüğünde kanlı gömleğini ağıtlar okuyarak duvara sürmüş. Bu gün o duvarlara su döküldüğünde duvardaki kan izleri ortaya çıkmaktaymış. Taç kapısı kısmi tahribata rağmen güzelliğini hâlâ koruyor. Kubbeleri bu bölgeye özel, dilimli biçimde yapılmış. Bu tür kubbe mimarisi apayrı bir hava veriyor yapıya.
Avludaki eyvandan havuza akan su, rehber çocukların bize anlattığı öyküyü hatırlatıyor. Bir grup ilkokul çocuğu giriyor içeriye. Öğretmen aynı hikayeyi anlatıyor. Medresenin avlusundaki çeşme ve bundan akan su, su yolu doğumdan ölüme kadar insan hayatı ve sonrası simgelenmiştir: Çeşmeden akan su doğumu, döküldüğü yer gençliği, ince uzun oluk olgunluk sürecini, suların bir havuzda toplanması ölümü temsil eder. Toplanan su daha sonra kanallarla toprağa aktarılır ve bu da hayatın topraktan yeniden fışkırması anlamına gelir.
Rehberlerin, öğretmenlerin, çocukların anlattığı bu simgesel anlatım içinde, hayat döngüsünü içeren derin bir felsefeyi barındırır. Burada ikinci bir hikaye daha anlatılıyor. Medrese odalarının kapısı çok küçük. İçeriye girerken ister istemez eğiliyorsunuz. Bu da içeride bulunan öğretmenin önünde eğilmeyi, saygıyı simgeliyormuş.
Dört yüz yıl sürekli eğitim vermiş bir yapıda, revaklı avlunun demir parmaklıklarından sonsuza uzanan Mezopotamya ovasına bakıyorum. Aklın tarihi gelişiminde, zaman zaman parıltılı anlara şahitlik etmiş bu yapılarda dolaşmak büyük keyif veriyor bana.
Bir Roma Garnizon Şehri: Dara[1]
5 günlük gezimizin 2 gününü çevreye ayırmıştık. Bunun yetmeyeceğini gezerken gördük. Turabdin bölgesinde bir çok eski kiliseyi, köyü görmek istememize rağmen bir çok güzergahı planımızdan çıkarmak zorunda kalıyoruz. Kalanları yeni gezimize saklıyoruz. Gelmek için yeni bahanemiz olsun diye… Kiraladığımız araba ile Kasımiye Medresesi’ni ziyaret ettikten sonra yola koyuluyoruz. Mardin gezilerinin önemli bir durağı olan Dara’ya gideceğiz.
Mardin bölgesinin, Roma ve Sasani imparatorluk sınırında yer aldığını söylemiştik. Dara çok önemli bir Roma garnizon şehri. Mardin’e 30 kilometre mesafede. Nusaybin yolu üzerinden sapılıyor Dara için. Eski tarihi kayıtlarda Part İmparatoru Arsakes tarafından kurulduğu belirtiliyor. Tarihçi Abul Faruç (13.yy.) İskender ve Darius’un burada savaştığını ve Darius’un burada ölmesi nedeniyle Dara adını aldığını belirtmektedir.
Doğu Roma İmparatoru Anastasius Sasani tehlikesi nedeniyle Dara’yı bir garnizon kent olarak tasarlar ve şehri Mezopotamya bölgesinin idare merkezi olarak seçer. Dara’ya da kendi adını verir: Anastasiopolis. Sasaniler sınırda böyle bir yer kurulmasını sıcak karşılamazlar. Birkaç kez kuşattırlarsa da ele geçiremezler[2].
Dara şehri büyük bir alana yayılmış. Biz gezmeye nekropol (mezarlık) bölgesinden başlıyoruz.
Nekropol büyük kaya bloklar içine kazılmış odalardan oluşuyor. Bazılarına girip çıkıyoruz. Bir kaya blok diğerlerinden ayrı. Bir kapısı da olduğuna göre bir savaşta ölen kişilere adanmış olmalı. İçine giriyoruz. Aydınlatılmış diktörtgen şeklinde yaklaşık 150-200 metrekarelik bir gömü alanı. Özel camdan yürüyüş yolu yapılmış. Yürürken alt kısmı da görme imkanı var. Etkileyici bir restorasyon yapılmış. Üst tarafı silindir şeklinde yükseliyor ve gökyüzüne açılıyor.
Nekropol gezimizden sonra ünlü sarnıcın yerine gidiyoruz aracımızla. Rehber çocuklar çeviriyor etrafımızı. Bize sarnıcın hikayesini anlatıyorlar. Bir kapıdan giriliyor aşağıya doğru indikçe şaşırıyoruz. Gerçekten devasa bir sarnıç. Zamanında hapishane olarak da kullanıldığı belirtiliyor. İçeriyi çok güzel aydınlatmışlar.
Sarnıçtan sonra Dara şehrinin ana caddesini buluyoruz. Yapılar yıkıntı halinde. Tüm yıpranmışlığına karşın bin köprü dikkatimizi çekiyor.Bir çay içecek kahve bulamıyoruz. Etrafı dolaşarak gezimizi tamamlıyoruz.
Nusaybin Tarihi
Dara’yı gezdikten sonra hedefimiz Nusaybin… Milattan sonra ilk bin yıllık dönemde Mardin’in Nusaybin’e göre daha önemsiz bir kale şehir hüviyetinde olduğuna değinmiştim. Şimdi ise tam tersi. Mardin tarihi bir kültür birikimini taşıyor. Nusaybin ise turların hiç uğramadığı bir ilçe konumunda. Oysa Nusaybin, ilk bin yıllık dönemde Orta Doğu’nun en önemli kültür merkezlerinden biriydi. Nusaybin’in Roma ve Pers (Sasani) imparatorlukları arasında bir sınır şehri. Neredeyle savaşan tüm ordular bu bölgeden geçiyor, önemli savaşlar bu bölge civarında yapılıyor.
Aslında bulunan arkeolojik bulgulardan, Nusaybin’in tarihi Neolitik döneme kadar uzadığı anlaşılmaktadır. Girnavaz kazısında MÖ.3000’lerde Hurrilerin hakimiyetinde olduğu, MÖ. 1600’lerde Mitanni Devleti sınırları içinde kaldığı anlaşılmıştır. Girnavaz Höyüğü’nde yapılan kazılarda MÖ. 4. Bin sonlarına doğru Geç Uruk dönemi, Er Hanedan dönemi, Eski Asur dönemine ait tabakalara rastlanılmıştır. Sümerler döneminde şehrin adı “Nırbo” imiş. Babilliler Nusaybin’e “Aramis!”, Huri-Mitanniler Nabila, Asurlular Nabula, Naşibina derlermiş. Tarihçi Strabon ise bu şehir için “Mygdonia” ismini kullanmıştır[3].
Şehrin kültür ve inanç merkezi olmasını ise Konstantinopolis’i Roma İmparatorluğu’nun başkenti yapan ve Hıristiyanlık dinini imparatorluk sınırları içinde serbest bırakan İmparator Büyük Konstantin’e borçlu.
Nusaybin[4] İnanç ve Kültür Merkezi[5]
Turlar Nusaybin’e uğramadan, Mor Gabriel Manastırı’na, Midyat’a geçer genellikle. Bizim hedefimiz yeni Nusaybin yerine, kenarda sınıra yakın duran Mor Yakup Kilisesi’ni ve Peygamberin 13.kuşaktan torunu Zeynel Abidin Camisi’ni ziyaret etmek. Bölge Kültür Bakanlığı tarafından İnanç Merkezi ilan edilmiş. 2014 yılında Unesco Dünya Mirası Geçici Liste’ye alınıyor[6]. Kilise ve Cami yan yana. Kilisenin minaresi 1956 yılında Süryani bir usta tarafından yapılmış, bölgeye özgü bir minare. Cami çok büyük sayılmaz. 1915 yılına gelene kadar Nusaybin’de bir Müslüman, bir Yahudi ve bir de Süryani mahallesi bulunması bize şehrin yakın tarihi hakkında da bilgi vermektedir.
Mor Yakup Kilisesi
12. yüzyılda yapılmış Camiyi gezdikten sonra yanda duran, Nusaybin Akademisini 325 yılında kuran Mor Yakup’a izafe edilmiş kilise çevresinde dönüyorum. Birçok dini yapı gibi bu kilisenin de bir Zerdüşt ibadethanesi üzerine kurulduğu düşünülüyor. Kapısı kapalı. Bahçenin bir köşesinde çalışan birini gördüğümde sesleniyorum. Kiliseyi gezmek istediğimi söylüyorum. Memnuniyetle deyip gireceğimiz kapıyı gösteriyor. Kilidi açılan kiliseye giriyoruz.
Aslında bu kilisenin Mor Yakup tarafından inşa edilen Nusaybin Katedrali’nin vaftizhanesi olduğu ve daha sonra Mor Yakup Kilisesi’ne dönüştürüldüğü düşünülüyor. İlk girişte mekanı tanımaya çalışırken, Süryani görevli ışıkları yakıyor. Bir anda yerimize çakılıyoruz. Sarı ışığın hakim olduğu muhteşem bir aydınlatma ile yapı yüzünü bize gösteriyor. Görevli bize yapı hakkında bilgi de veriyor. Süryanilerin bu en eski kilisesi uzun süre su deposu olarak kullanılmış. Turizm Bakanı Ertuğrul Günay zamanında içindeki kişi çıkartılıyor, valililğin de katkısıyla restore ediliyor. Ertuğrul Günay döneminde Mardin Müzesi ve Sabancı Müzesi’nin açıldığını da hatırlarsak, bakanın Mardin’e ciddi katkıları olduğu anlaşılıyor. Hıristiyanlık ve insanlık tarihi açısından çok önemli bir yapının içindeyiz. Yan odaya geçiyoruz. Esas kilise burası. Küçük fakat insanı etkisi altına alan bir bölüm. 1700 yıllık vaftiz masası göze hemen çarpıyor. Dünyanın en eski vaftiz masası olduğu söyleniyor[7]. Odaya geçişi sağlayan kemer üstlerindeki işlemeler hemen dikkati çekiyor.
Nusaybin Akademisi’nin kurucusu Mor Yakup’un mezarı da kilisenin altında bulunuyor. Dar bir merdiven ile iniliyor. Bir başka girişi daha varmış. Bu kilisede yapılan dini törenlerde bir yanından girilip diğer yanından çıkılarak arınma ve kutsanma ile ilgili dini ritüellerde de kullanılıyormuş.
Hem Zeynel Abidin Camisi hem de Mor Yakup Kilisesi içinde okullar ve türbelerin bulunması bölgenin inanç merkezi olarak adlandırılmasında etkili olmuş.
Nusaybin Akademisi Kalıntıları
Nusaybin Akademisi kalıntılarının küçük bir kısmını Mor Yakup Kilisesi’nin yanında görmek mümkün. Ancak Akademi’yi ayrı bir yazıda anlatacağım.
Kafro Köyünden İtalyan Pizzası Yemek[8]
Nusaybin’den çıktıktan sonra Midyat yoluna geçiyoruz. Mardin’de herkesin bahsettiği bir pizzacıya gideceğiz. Kafro köyünde. Buraya giden herkes sitayişle bahsediyor. Yol boyunca dere boyunda mesire yerleri var. Ramazan nedeniyle kapalılar. Nusaybin-Midyat yolunun ortalarında Kafro köy yoluna saptığımızda kıraç bir toprakla karşılaşıyoruz. Merakla bir süre gittikten sonra karşımıza yolun iki yanına yapılmış ikişer katlı kesme taştan yapılmış villalar çıkıyor. Sanki bir Toscana kasabasına giriyormuş hissine kapılıyoruz.
Pizzacı önümüze çıkıyor. Orta büyüklükte bir pizzacı. Bahçesine geçiyoruz. Gelen listeden pizzalarımızı seçiyoruz. Özel bir sosluk geliyor. İçinde üç farklı sos var. Pizzalar ince hamurlu. Gelen üç pizzadan da birer parça diyoruz. Sonra üç sossu da pizzalara sürerek ayrı yarı deniyorum. Gerçekten Lezzet damaklarımıza çarpıyor. Böylesini İtalya’da bulmak bile zor… İçeri girdiğimizde 3-4 masa varken fazlalaşıyor. Masamıza gelen sahibiyle sohbet ediyoruz. “Büyük bir şey başarmışsınız, bu kıraç bölgede” diyorum. Gülüyor, kaliteden taviz vermedim, diyor. Zürih’te bir İtalyan lokantasında şefmiş. Köyüne kesin dönüş yapmış ve bu pizzacıyı açmış. Kapıda “1 Mayıstan sonra rezervasyonsuz müşteri kabul edilmez” levhasını soruyorum. Turları ve rezervasyon yaptırmayanları kabul edemediklerini, bu şekilde gelenlere yetişemekdiklerini, tesisi de büyütmeyi düşünmediğini söylüyor.
Günlük programımızı tamamladık.Midyat üzerinden Mardin’e dönüyoruz. Midyat girişi ve çıkışında güzel bir yoldan gidiyoruz. Ancak daha sonra yol kötüleşiyor. Mardin’e girişimiz akşam 21.00’i buluyor.
Nusaybin’de Gezilebilecek Diğer Yerler
Nusaybin’i gezi programına alanlar ayrıca başka tarihi yerler de görebilir: Gırnavas Höyüğü, Aznavur Kalesi, Mor Abrahom Manastırı, Mor Evgin Manastırı, Xetabin Harabeleri, Marin şehir kalıntısı, Mor Bobi Kilisesi, Üzüm suyu kanalları, Şirvan Kalesi.
©Haluk İnanıcı, Yazı ve yazıda yer alan fotoğraflar kısmen veya tamamen hiçbir şekilde kopyalanamaz, kullanılamaz.
[1] www.mardin.gov.tr – Dara Antik Kenti
[2] Dara, M.S. 573-591 ve 606-620 yılları arasında Sasani Devleti tarafından ele geçirilse de 620 yılında yeniden Doğu Roma İmparatorluğu hakimiyetine girer. Ancak bu dönem kısa sürer ve 640 yılından itibaren Dara ve Kuzey Mezopotamya’nın büyük bir kısmı Araplar tarafından ele geçirilir.
[3] mardin.ktb.gov.tr – Nusaybin Tarihcesi ; www.nusaybin.bel.tr – Nusaybin Belediye Başkanlığı
[4] Süryaniler, Nusaybin’e Bilimler Diyarı, Bilimler Kenti, Öğretmenler Diyarı adlarını vermişlerdir, Adday Şer, Nusaybin Akademisi, s.11, Yaba Yayınları, 2006. s.32.
[5] www.memorializeturkey.com – İnanç ve Kültür Parkı
[6] www.nusaybin.bel.tr – Kültür İnanç Parkı
[7] www.nusaybin.bel.tr – Kültür İnanç Parkı
[8] www.youtube.com – KAFRO PİZZA | Midyat Kafro ( Elbeğendi) Köyü | Midyat’ta İtalyan Pizzası