Ailemizde Kastoria’dan sonra adı en fazla geçen yerler arasında, Antalya ve Isparta’yla birlikte yer alıyordu Antakya. Antalya gümrük müdürlüğünde çalışan dedem İskenderun ve Antakya müdürlüklerinde de görev yapmıştı. Dedem bölgenin Fransızlardan teslim alınmasına tanıklık edenler arasındaydı. Antakya şahsi varlığım açısından da önem taşıyor. Annem 7 yaşında Asi nehri kenarında oynarken nehre düşer ve yoldan geçen biri tarafından kurtarılır.
Antakya
Bugün hayatta olmamı o bilmediğimiz kurtarıcıya ve annemi hızla çekip götürmeyen Asi nehrine borçluyum.
Kurtuluş caddesi, Affan Kahvesi, gümrük binası, Atatürk Parkı, annemi oğluna alacağını söyleyen Sadık Maruf gibi komşularımız aile sohbetlerimizi süslerdi. Bu nedenle olsa gerek en çok ziyaret ettiğim şehirlerin başını çekiyor Antakya, Antalya’yla birlikte. İlk gidişimde, o değerli Antakya Müzesi’nin hali beni çok utandırmıştı. Çivi çakılmaması gereken Kurtuluş caddesinde bir inşaat ile karşılaşmıştık. Kazıyorlardı antik bölgeyi. O mitolojik Daphne (Defne) öyküsünün ve şelalelerin doğduğu Harbiye, her gidişimde büyüyen şehir merkezi gibi daha da kötüleşiyordu. Burada hiç mi vali yok! Hiç mi belediye başkanı yok diye hayıflanmıştım. Hele o iki bin yıldır Antakya’ya zenginlik katan Roma köprüsünün 1970 yılında DSİ tarafından teknik gerekçelerle yıkılıp yok edilmesi akıl alır bir şey değildi! Bu ülkenin imarla ilgili tüm kurum yöneticilerini ciddi kültürel eğitimden geçirmeli hatta Avrupa’da eski şehirler gezdirilmeli, bilgi ve görgüsü artırılmalı diye düşünür dururum. Para ve rantın önünde durabilir mi kültür? Şüphem olmakla birlikte başka bir şey de gelmiyor elimden.
Gezi
Bu kez küçük oğlum Deniz’i gezdiriyorum; dedemin ve çocuklarının bir süre yaşadığı şehirde. İlgiyle izliyor, sorular soruyor. Ailemizle, tarihle ilgili. En çok İskender’in Pers İmparatoru Darius’u yendiği Issos Savaşı’nın bu bölgede geçmesiyle ilgileniyor. Kendisinden büyük orduyu nasıl yenmiş, nasıl savaşmış?
Kalacağımız otel Müze Otel adını taşıyor. Görünce şaşırıyorum. Herhalde dünyada böyle bir örnek yoktur. Antiochia’nın muhtemelen ilk kurulduğu yer üzerinde inşa edilmiş.
Dünyanın En Büyük Yekpare Mozaiği
Agorası meydana çıkarılmış. Ortasından geçen mermer yol ilk günkü gibi duruyor. Bir kenarında hamam kompleksi. Diğer yanında erzak deposu. Kalıntıları önemli kılan şey ise, burada dünyanın en büyük yekpare mozaiğinin bulunması. Bin metre kare civarında. Otelde kalmanın avantajıyla mozaikleri, kalıntıları geceleyin güzel aydınlatmasının loş ışığında izleme imkanı buluyoruz.
Otel binası, inanması zor, devasa çelik bir kompleks. Rehberimiz burada Eiffel kulesinin iki katı çelik kullanıldığını söylüyor. Hemen inanıveriyorum. Dev demir ayaklar üzerinde kurulmuş otel. Keşke diyorum bu demir bina yerine, üzeri kaplanarak korunsaydı.
Ama buna da razıyım. Etrafı büyük perdelerle çevrelenerek bir iki gün içinde hafriyat malzemesi yapılabilirdi bu güzel şehir kalıntıları, tıpkı yıkılan Roma köprüsü gibi…
Tarihçesi
Antakya adıyla bildiğimiz Antiochia, kuzeye aktığı için “Asi” unvanı alan Orontes (doğudan gelen) nehrinin kenarında, İskender’in komutanı Seleucus tarafından babasının adıyla kurulan kadim şehirler arasında…
Darius’un dev ordusunun Helenlere yenildiği, Pella’dan Bactria’ya kadar uzanan Hellen İmparatorluğu’na Doğu’nun kapısını açan Issos Savaşı’nın yaşandığı topraklar bu bölgede bulunuyor. Roma döneminde Kleopatra ve Antonius’un aşkına, onlarca büyük festivallere, olimpiyatlara ev sahipliği yapıyor Antiochia. İsa’nın havarilerinin ilk ziyaret ettiği şehirlerden, havari St.Pierre (Simun Petrus) buraya geldiğinde ayin yaptığı ilk mağaranın, tapınağın bulunduğu, nice efsanelere konu olan ve İsa’nın havarilerinden Şem’un’un (Simun Petrus) mezarını saklayan kutsal şehirler arasında yer alıyor. Romalıların bu ayini yapanlara ilk kez Hıristiyan dediği şehir Hıristiyanlığın 5 patrikliğinden birinin merkezi unvanını taşıyordu. Hıristiyan teolojisinin önemli monofizitizm-diofizitizm tartışmasında da önemli bir yeri var Antakya’nın.
Mardin, Nusaybin akademileri yanında tarihin ilk üniversitelerinden Antakya Akademisi’ne, Roma döneminde imparatorluğun en ünlü konuşma okuluna ev sahipliği yapıyor bir süre. Anadolu’da yapılan ilk cami olan Habibi Neccar Camisi’ni hâlâ koruyor. Kudüs, İskenderiye, Cordoba, İstanbul gibi üç semavi dinin bir arada yaşamasına imkan veren, insanlığa yol gösteren şehirlerden Antiochia.
İlk Gün
Habibi Neccar Camisi’nden başlıyoruz gezimize. İlk halinden eser kalmasa da Anadolu’da yapılan ilk cami unvanını taşıyor. Camiyi ilginç kılan bir başka husus da, Kuran’ın Yasin Suresi’nde bahse konu olan, İsa’nın üç havarisinin mezarlarının burada olması.
Habibi Neccar Camisi
Bunlardan biri, ilk Hıristiyan ayinini bu şehirde yapan St. Pierre (Simun Petrus). Mezarı Şem’un adıyla yerin altında havarilere ilk inananlardan Habibi Neccar’ınkiyle bir arada bulunuyor. Oysa Hıristiyan inancında, Petrus’un Roma’da çarmıha gerildiği yerde Vatikan’ın büyük kilisesinin yapıldığı söylenir…
Sonra St.Pierre Kilisesi’nin, yani Hıristiyanlığın ilk ayininin yapıldığı, ilk kilisesine gidiyoruz. Kilise’nin ön yüzü Haçlılar tarafından 12.,13. yüzyıllarda Gotik tarzda yeniden yapılmış. Tarihi ayinin buradan geçilerek gizli yollardan erişilen mağaralarda yapıldığına inanılıyor. Bir köşeden kutsallık atfedilen bir su akıyor. Yüzeyde 4., 5. yüzyıldan kalma bir parça mozaik koruma altına alınmış. Papa VI.Paul 1983 yılında kiliseyi hac yeri ilan etmişti.
St. Pierre Kilisesi
Dönerken, mitolojik, Cehennem Kayıkçısı Haron’un kayasına uğruyoruz. Şu ölenlerin ruhunu para karşılığında Styx nehrinden geçirerek onlara yeraltı dünyasının kapılarını açan kayıkçı…
Cehennem Kayıkçısı Haron
Kayaya oyulan bu bitmemiş kabartma, şehirde veba salgını baş göstermesi üzerine Leios adlı kahinin önerisi üzerine yapılmaya başlanır. Salgının durması üzerine kabartma yarım kalır. Kayayı o haliyle görmek mümkün.
İkinci Gün
Şehrin yapım yılı bilinmeyen tarihi Ulu Camisi’ni ziyaret ediyoruz. Arapça kitabesinde 1117 yılında bir onarım gördüğü belirtiliyormuş. Sırada Uzun Çarşı ve Kurşunlu Han var. Uzun çarşı geleneksel bir çarşı görünümü hâlâ sürdürüyor.
Uzun Çarşı
Baharat zenginliğini, Antakya ürünlerini, esnaf lokantalarını görmek mümkün. Kurşunlu Han, Surre Alayı’nın Mekke ve Medine’ye giderken konaklaması için 17.yüzyılın ortasında yapılmış.
Kurşunlu Han
Affan Kahvesi
Yıllar önce ilk ziyaretimde sorduğumda kimse bilememişti. Şimdi haritalara işlenmiş bu tarihi kahve. Dışarıdan veya içinden bakınca öyle albenili bir mekan izlenimi vermiyor. Ama Antakya’nın en eski kahvesi. Benim için önemi dedemin burada tavla oynamış olmasından kaynaklanıyor. İş çıkışlarında uğrar arkadaşlarıyla buluşurmuş burada.
Affan Kahvesi
Biraz vakit geçiriyoruz. Kahvenin çay bardağında verilmesini yadırgıyorum. Adet böyleymiş! Altı muhallebi üstü gülsuylu tatlısı, haytalıyı da meraktan yiyorum. Yerken de arkadaşlarımızla birbirimize bakıp gülümsüyoruz. Bir çocuk tatlısı gibi… Arka küçük bahçesine çıkıyorum bir ara. Genç sevgililer masa köşelerine çekilmiş… Kahve Roma döneminde tarihin ilk cadde aydınlatılması yapılan ve bugün Kurtuluş caddesi olarak anılan Herod caddesinin üzerinde bulunuyor.
Harbiye, Defne
Şehir merkezine çok yakın ve eski adı “Daphne” olan bir mesire yeri. Yönetmen Semir Aslanyürek’in “Şellale” isimli filmine de konu olan şelaleriyle meşhur. Görmeyenler için eski Antakya’nın cıvıltılı yaşantısından kesitler sunduğunu hatırlatmakla yetinelim. Tarihte zenginlerin yerleşim yeri olmuş. Roma döneminde Antakya’da yapılan olimpiyat oyunlarının bir kısmı Apollon’a adanan Harbiye’de oynanırmış.
Harbiye (Daphne)
Ünlü efsaneye gelince; Apollon, bu şelaleler bölgesinde dolaşırken güzeller güzeli Daphne’yi görür. Kızla konuşmak ister. Ancak ölümlülerin tanrılarla ilişki kurmasının tehlikesini bilen kız kaçar. Tam yakalanacakken toprak anaya onu koruması için yalvarır. Duası kabul olunur ve bir ağaca dönüştürülür. Apollon bu durumdan etkilenir ve Daphne’yi kendi kutsal ağacı olarak niteler. O günden sonra başında Daphne çelengi taşır.
Üçüncü Gün
Planımızda Samandağ İlçesi var. Önce Türkiye’nin tek Hıristiyan köyü olan Vakıflı’ya geçiyoruz. Köyün her yeri narenciye ağaçlarıyla dolu. Her mevsim ürün alınabilen ağaçlar varmış. Dallarında gördüğümüz bizce yenilecek büyüklüğe ulaşmış portakallar kopartılmazmış, ekşi olurmuş, mayıs ayını beklemek gerekirmiş. Böyle diyor, sarkan dalların altına destek koymaya çalışan yaşlı amca. Küçük ve sade bir kilisesi var köyün. Avlusunda kendi ürettikleri el işlerini, reçelleri, nar ekşilerini satıyorlar.
Sırada Hıdırbey’deki çınar ağacı var. Köydeki ağaç insanı büyüleyecek boyutta. 2000 yaşında olduğu tahmin ediliyor. Yani Roma dönemini görmüş bir ağaç… Eteğinde, akan suyun serinliği içinde çayımızı yudumluyoruz. Rehberimiz bize bölge hakkında bilgi vermeye devam ediyor.
Buradan Titus Tüneli’ne geçiyoruz. İnsan eliyle kayalar oyularak yapılmış 2000 yıllık bir tünel. Bir süre içinden yürüyoruz.
Titus Tüneli
İmparator Vespasianus ve oğlu Titus dönemlerinde yapılmış. Eski limana akan suyun yönünü değiştirmek, suyun içindeki tonozların limana yığılmasını önlemek, suyu ehlileştirmek amacıyla yapılmış. Bu tünel Antiochia limanının tarihteki önemine işaret ediyor. Tünelde yürürken burada çalışan köleleri, ölenleri düşünüyorum.
Tünelden Beşikli Mağara’ya geçiyoruz. Mağara oyularak kademeler halinde yapılmış mezarlar bölgesi. Buraya gelirken de yolda kaya mezarlarını görmüştük.
Beşikli Mağara
Güzel bir manzara eşliğinde kıvrıla kıvrıla Samandağ sahiline iniyoruz. Kıyıda bulunan Hızır Türbesi bir rivayeti hatırlatıyor. Hızır ve İlyas adındaki iki din adamı dünyanın ayrı bölgelerini dolaşırlar. Yılın bir günü 6 Mayıs’ta Hıdrellez’de buluşurlar. Görevleri insanların dileklerinin gerçekleşmesini ve onların mutlu olmalarını sağlamaktır. Türbe söylenceye inananlar tarafından Hızır Makamı olarak kabul ediliyor. Ayrıca Türbe Hızır ve Musa Peygamber’in buluştukları ve denize açıldıkları yer olarak kabul ediliyor.
Hızır Türbesi
Hızır Türbesi’nde önceki gelişimde dikkatimi çekmeyen bir ayrıntıyla karşılaşıyorum. İçeriye girenler, Türbe’nin ortasında yer alan oval kayanın etrafını çevrelemiş mermeri ardından kenarda duranlar arasından bir Kuran’ı alıp üçer kere öpüyorlar. Bu ritüel bitince karşısına geçip oturuyorlar.
Yorgunluğumuzu 14 kilometre ile Türkiye’nin en uzun sahilinde güzel bir lokantada balık yiyerek atıyoruz.
Samandağ Sahili, 1.2.2020
4. Gün
Müze Otel’in Altı
Kaldığımız otelin altındaki müzeye özel müze giriş kapısından giriliyor. Gece otelin özel olarak yapılmış yürüyüş yollarından gördüğümüz dünyanın yekpare en büyük mozaiğini yakından da inceleme fırsatı buluyoruz. Orijinal halini koruyan agoranın mermer yolu da ilgimi çekiyor. Mermer plakalar yere yerleştirilirken çok ince bir işçilik sergilenmiş. Ancak mimarlar Asi nehrinin taşacağını hesaplayamamışlar anlaşılan. Taşkınların izleri de görülüyor yapıda. Bu nedenle olsa gerek eski şehir kat kat yükseliyor. Tahıl ambarının benzerini görmemiştim. Büyük küp parçaların kalıntıları sırayla dizili duruyor dikdörtgen depoda.
Müze Otel’in Zemininden Bir Parça
Antakya Arkeoloji Müzesi
Sırada yeni Antakya Arkeoloji Müzesi var. Geliş nedenlerimizden biri de bu yeni müzeyi gezmek. Gazetede görmüştüm Hitit Kralı Şuppiluliuma’nın çocuksu heykelini. Bu kez yakından görme imkanı buluyoruz. Meğerse döneminin çok zalim bir hükümdarıymış. Çocuksu görünümü bu sert imajını kırmak için seçtiği düşünülüyormuş. Müzede Neolitik dönemden günümüze eski eserler sergileniyor.
Hitit Kralı II. Supliliuma
Müzeyi önemli hale getiren ise zengin mozaikleri. Dünyanın sayılı mozaik müzelerindenmiş. Daha önce de gördüğüm mozaikleri bu kez bu yeni müzede, yeni yerlerinde, yeni kompozisyonlarda görüyorum. Etkilenmemek mümkün değil. Mitolojinin bir çok sahnesi film şeridi gibi gözün önünden akıp gidiyor. Özel rehberimiz Bilge hanım tek tek anlatıyor mozaikleri.
Oturan Afrodit
Oturan Afrodit ve etekleri kıvrımlı Artemis heykeli beni büyülüyor. Hata yapma lüksü bulunmayan heykeltraşların murç, çelik kalem ve çekiçleriyle mermer bloku, aylarca, sabırla ince ince oymasını hayal etmeye çabalıyorum.
Artemis
Antakya Mutfağı
Antakya mutfağına İstanbul’da bulunan lokantalardan da aşinayız. Lakin, orada yediğimiz yemeklerin tadı farklı. Suyundan mıdır, yoksa otundan, etinden midir bilemiyorum. Ancak tadına bakılarak anlaşılabiliyor fark. Çok güzel lokantalar var Antakya’da. İnternette küçük bir araştırmayla hepsini bulmak mümkün. Mütebbel, tebbüle, Lübnan cevizli, muhammara, zahter salatası, kağıt kebabı, tepsi kebabı, kaz başı gibi bazıların ne olduğunu ancak yiyince anlayabildiğimiz yemek ve mezeler Anadolu mutfağının ne kadar zengin olduğunu gösteriyor. Sadece Antakya’da 400 civarında yemek çeşidi varmış… Sulu ev yemekleri lokantalarda fazla bulunmazmış. Künefe’nin Antakya’da yenileceğini unutmamak gerekiyor…
Antakya Mutfağının Sırları
Nice devlete başkentlik yapmış, Bereket Tanrısı Tyche’nin memleketi Antakya’yla vedalaşma zamanı geliyor. Damaklarımız doygun, belleğimiz yorgun ayrılıyoruz bu kadim şehirden. Uçak havalanırken kötü şehirleşmenin bu şehre yakışmadığını, bir gün tarihi mirasa sahip çıkacak yöneticiler tarafından yönetileceğini, tarihin ilk defa aydınlatılan caddesi unvanını taşıyan, Herod Caddesi’nin hiç olmazsa bir kısmının ortaya çıkarıldığı ve aynı şekilde aydınlatıldığı günlerin geleceğini umut ederek bakıyorum camdan.
3.2.2020
*©Haluk İnanıcı. Tüm fotoğraflar ©Haluk İnanıcı arşivinden alınmıştır. Gerek bu fotoğraflar gerekse yazı tamamen veya kısmen izinsiz kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayımlanamaz, işlenemez vb. davranışlarda bulunulamaz.
Kaynakça
1. Ayşe Serra Şehoğlu, Yasemin Mıstıkoğlu, Hatay Kent Rehberi, 2008, Dönence basım ve Yayın Hizmetleri
2. Belediye Gezi Rehberi; http://www.antakya.bel.tr/kategori/41/0/gezi-rehberi.aspx
3. http://www.hatay.gov.tr/sehrimiz
4. https://hatay.ktb.gov.tr/
Bazı Müze Fotoğrafları