Floransa İzlenimleri

Kategoriler:
Share

Haluk İnanıcı

Daha önce Floransa’yı ve merkezi olduğu Toscana bölgesini farklı güzergâhlar oluşturarak gezmiştim. Mayıs ayındaki son gezim öncekilerden farklıydı. Bu kez biraz daha donanımlı olarak gezecektim. Üstelik Medici Ailesi’yle ilgili dizinin tüm bölümlerini de seyretmiştim… Kitaplar okumuştum. Müzeleri önceden sanal âlemde gezmiştim. Nihayet yeniden Floransa’daydım. 6 gün boyunca açık hava müzesi kıvamındaki Floransa sokaklarını gezip, bu sokaklarda yaşanan tarihi olayları, burada yaşayan büyük sanatçıların ruhsal dünyasını hissetmeye çalışacaktım. Elbette Davut Heykeli, Duomo’dan da bahsedeceğim ama önceliğim bu iki eser değil. Bazı şehirler vardır, İstanbul, Paris, Roma, Floransa gibi. Bu şehirleri bir yazıda anlatamazsınız. Binlerce kitap yazılmıştır haklarında. Hepsini okuyamazsınız. Elinizde rehberler, kitaplarla bilirsiniz ki, şehirlerin saklı hazinelerinden sadece bazılarını göreceksiniz. O da çok kısa süreyle sınırlı olarak. Oysa bu kadim şehirlerde uzun süre kalmak, onu yaşamak, hissetmek gerekli. Bu nedenle yazımda Floransa’yı anlatma yerine ilgimin yoğunlaştığı yerlere ve izlenimlerime değineceğim.

Santa Croce Meydanı ve Çevresi

Santa Croce Meydanı, Floransa’nın 1294 tarihli Santa Croce Kilisesi Airbnb’den bulduğumuz ve bize kaldığımız süre boyunca Floransalı olduğumuz hissi tattıran güzel eve 100 metre mesafede. Signoria Meydanı’na da yaklaşık aynı mesafede. Önceliği Santa Croce’a veriyoruz. Nedeni bu Kilisenin içindeki eserlerle birlikte bir Rönesans abidesi hüviyetinde olması.

Michelangelo (1475 –1564), Galileo (1564-1642) ve Machiavelli’nin (1469 –1527) mezarlarını misafir ediyor. Rönesans’ın kapısını aralayan sanatçılardan Giotto’nun (1267-1337), güzergahı belirleyen sanatçılardan Donatello’nunkiler (1386-1466) dahil nice sanatçıların el emekleri, göz nuru eserler altında istirahat ediyorlar. Michelangelo’nun mezarı 1570 yılında Vassari (1511-1574) tarafından tasarlanmış. Yan tarafta Brunellesci’nin (1377-1446) yarattığı şapelde onlar için dua ediliyor.

Ressam, heykeltıraş, mimar ve şair Michelangelo; astronom, fizikçi, mühendis, filozof ve matematikçi bilim insanı Galileo ve sonuncusu düşünür, devlet adamı, askerî stratejist, şair ve oyun yazarı  Machiavelli. Üç büyük insan aynı tarihi mekanda bir aradalar. Michalengelo ve Machiavelli Medici Ailesi’nin koruması altındayken tanışmış olmalılar. Galileo, Michelangelo’nun öldüğü yıl doğmuş; sanki ondan aldığı meşaleyi başka bir düşünce alanına taşımış… Galileo da Medici Ailesi’nin çocuklarının hocası olmuş, ailenin himayesine girmiş bir bilim adamı.

Üçünün ortak özelliği; Donatello ve Brunellesci’nin açtığı yolda Rönesans’ın meşalesini büyütmüş olmaları. O güne kadar sanat, bilim ve siyaset alanında yapılmamış olanı yapmaları…  Benzer düşünme formlarını faklı alanlarda geliştiren bu üç insanın aynı yerde buluşmaları, diğer büyük sanatçıların bu buluşmayı bilerek veya bilmeyerek eserleriyle taçlandırmaları insanı düşündürüyor.

Michelangelo ve Leonardo

Michelangelo ve Leonardo’nun (1452-1519) sanatçı kişilikleri ve eserleri üzerine bugüne kadar çok şey söylendi, söylenmeye de devam edecek. Bu gezimde Floransa’da daha fazla iz bırakanın Michelangelo olduğunu hissettim.

Leonardo da Vinci, bilindiği gibi resimlerini beğenen Verrocchio’nun (1435-1488) yanına çırak olarak girer. Yaklaşık 10 yıl ustanın evinde ve stüdyosunda kalır(1). Resim yapmayı ustasının atölyesinde geliştirir. 1482 yılında Floransa’dan ayrılır ve Milano Dükü Sforza’nın himayesine girer. Şehir 1499 yılında Fransızlar tarafından ele geçirilinceye kadar 17 yıl boyunca bu şehirde kalır. İşgalden sonra buradan ayrılır ve 16 yıl boyunca İtalya’yı dolaşır. 1513-1516 dönemini Roma’da geçirir. 1516’da hamisi Giuliano de Medici’nin ölümü üzerine Kral 1. François’dan, Fransa’nın baş ressam, mühendis ve mimarı olmak üzere davet alır. Loire Vadisi’nde bulunan Amboise yakınlarındaki kraliyet sarayının hemen yanında kendisi için hazırlanan şatoya yerleşir. Leonardo’ya büyük hayranlık duyan kralın, sık sık ziyaretine geldiği ve onunla sohbet ettiği söylenir. Leonardo 2 Mayıs 1519 tarihinde Amboise Şatosunda 67 yaşında ölür. Mezarı da oradadır.

Michelangelo’ya gelince: Sanatçı yaşlılığında bunu inkar etse de 12 yaşına girdiğinde Floransa’da Domenico Ghirlandaio’nun yanına öğrenci olarak verilir.  Burada çalışırken, aynı zamanda Donatello’nun arkadaşı Bertoldo di Giovanni’nin San Marco Meydanı’ndaki heykeltraş okuluna devam ediyordu. Medici Ailesi’ne ait olan San Marko bahçesinde Medici Ailesi’nin sanat koleksiyonunu da görme imkanı bulan genç Michelangelo, Muhteşem Lorenzo’nun himayesine girer. 1505 yılında kendisine, Papa II.Julius tarafından Sistine Şapeli’nin tavan resimlerini yapma görevi verilir(2).

Michelangelo ünlü Davut Heykeli’ni yaptığında daha 26 yaşındadır. Lorenzo de Medici’nin ve onun genç yaşta öldürülen oğlu Giuliano’nun mezarlarının konulduğu kiliseye iki ünlü heykelini yapar. Rafael, Bramante ve Leonardo’nun çağdaşı olup aralarında tatlı bir rekabet olduğu söylenir. Hayatının son döneminde Roma, Saint Peter Kilisesi’nin mimarlığı görevine getirilir. 1564 yılında ölür.

Tekrar söylemem gerekirse; Floransa’da en fazla izi olan sanatçılar başında Bruleneschi ile birlikte Michelangelo’nun bulunduğunu hissettim bu gezimde. Sayı olarak Roma’daki eserleri Floransa ile yarışabilirse de Michelangelo, Leonardo’nun bıraktığı izden daha fazlasına sahip Floransa’da. Belki Leonardo’nun hayatının büyük kısmını Floransa dışında geçirmesinden de kaynaklanıyor bu… Öncelikle Michelangelo’nun evi bu şehirde. Leonardo ise hayatının son dönemini Loire Vadisi’nde Amboise Şatosu’nda geçirmiş ve orada ölmüş. Mezarı da orada. Loire Vadisi gezimize saklıyoruz ünlü ustayı ziyareti. İsteyen doğduğu Vinci kasabasını ve müzesini ziyaret edebilir elbette.  Usta, ünlü Mona Lisa tablosunu da gittiği her yere, hep yanında götürmüş… Sihirli bir ilişki usta ve tablosu arasındaki ilişki…

Meramım elbette Leanordo ve Michelangelo arasında bir seviye farkına işaret etmek değil. Böyle bir değerlendirme had bilmezlik olur. Ustaların her bir eseri ile karşılaşıldığında o eser büyüyor diğer her şey küçülüyor. Örnek vermem gerekirse, Roma’da Michelangelo’nun Musa Heykeli’ni gördüğümde de aynı hisse kapılmıştım. O anda dünyanın en önemli heykeline dönüşmüştü Musa. Bildiğim tüm sanat eserleri kaybolmuştu zihnimden. Tıpkı Leonardo’nun Mona Lisa’sı karşısında hissettiklerim gibi.

Bruno ve Galileo

İkisi de yakın tarihlerde doğan Galileo ile talihsiz Giordano Bruno’yu (1568-1600) karşılaştırdığımda kalbimi Bruno’dan yana, aklımı ise Galileo’dan yana hissederim. Bruno söylediğinden dönmemiş, Kilise tarafından yapılan yargılaması sonunda Roma’da Çiçekciler Meydanında bugün heykelinin olduğu yerde yakılmıştır. Galileo ise söylediğinden dönmüş yakılmaktan kurtulmuştur. Dedim ya aklım ondan yanadır çünkü aslolan önce yaşamaktır. Bu nedenle Bruno için üzülürüm ve her Roma gezimde, Çiçekçiler Meydanı ilk uğrak yerlerimden biridir ve alışkanlık üzere ilk proseccomu akşamüzeri onun heykeli karşısında ve onu anarak içerim. İki büyük insan: Biri yakılma pahasına, biri düşüncelerinden dönme pahasına, Dünya’nın Güneş’in etrafından döndüğünü söyleyerek, yerleşik Kilise inancına karşı çıkmış ve onun otoritesini büyük darbelere maruz bırakmışlardı.

Machiavelli

Machiavelli, “Gaye her türlü aracı  mübah kılar,” gibi talihsiz bir şablonla anılması onu diğer iki kabir arkadaşı arasında en şansızı haline getirmiş. Oysa Machiavelli, Türkçeye Hükümdar, Prens adlarıyla çevrilen kitabını 1513 yılında yayımladığında düşünce dünyasını alt üst etmişti. Alt üst etmesinin nedeni de bu düşünceyi ileri sürmesi değildi. Bu cümle zaten politikanın binlerce yıldır uygulanan bilinen pratik bir ilkesiydi. Öte yandan kitabın Türkçede de 25 civarında farklı çevirisinin yapılmasının nedeni de tek başına bu düşünce olamaz. Makyavel düşüncesinin politik bir kötülük ya da politik bir ahlaksızlık olarak Makyavelizm’den ibaret olmadığı hususu, üzerinde en çok tartışılan düşünür olmasından da anlaşılmaktadır. Arend onun politik kötülüğünü Carl Schmitt’in politik kötülüğü insanın doğasının içine yerleştirdiği politik kötülükten ayırır. O politikanın “tesirli hakikatini” gözler önüne sermeye çalışmıştır(3).

Ancak büyük çoğunluk Machiavelli’nin Tanrıyı merkeze koyan “skolastik meşruiyet” anlayışı yerine “modern meşruiyet” ilkesini getiren ilk düşünür olması konusunda mutabıktır. Bir diğer deyişle onun önemi, döneminin meşruiyetini dinden alan egemen siyasi düşüncesine karşı koyan ilk düşünür olmasından kaynaklanmaktadır. 

Machiavelli, siyaseti kutsallıktan arındıran, sekülerleştiren ve seküler siyasi düşünce alanında yeni bir yol açan düşünürdür. Tüm söyledikleri öncelikle bu niteliği dikkat edilerek değerlendirilmelidir. Machiavelli tıpkı diğer iki kabir arkadaşı gibi modernin yolunu açan önemli düşünürlerdendir. O bu yolu, siyaseti dinin egemenliğinden kurtararak gerçekleştiren kişidir.

Floransa’da Santa Croce Bazilikası’nda bu üç önemli insanın mezarları önünde kendimi işte böyle onlarla sohbet ederken buluyorum. Bruno aradan giriyor sohbete…  Yakıldığı için Bruno’nun mezarı yok bu dünyada. Mezarı olmayan büyük insanlardan o…

Uffizi Müzesi

Sanırım dünyanın en etkileyici müzelerinin başında geliyor. Burası Floransa’nın ünlü siması üçünü kuşak Medici, I.Cosimo de Medici’nin isteğiyle 1560-80 arasında Giorgo Vasari tarafından yargıç ve yöneticilerin ofisleri olarak inşa edilmiş. Floransa Grandükalığı’nın adli ve idari merkezi olarak planlanmış. Cosimo, Vassari’den ırmak üzerinde ve havada durduğu izlenimi verecek iki kanatlı bir yapı sipariş etmiş(4). Uffizi adı da zaten Ofisler demekmiş. Arno nehrine görkemli bir zafer takıyla açılan ve uzun iki kanattan oluşan at nalı biçiminde dev bir yapı.

 

 

Bir zamanlar Cosimo de Medici’nin buradan aile evi olarak kullanılan Pitti Sarayı’na gitmek için koridorların sonunda devam eden, Vechio Köprüsü’nün üstündeki yapıların üst katından ve Santa Felicita Kilisesi’nin yakınından geçen ve nihayet sarayda sonlanan, Vasari Koridoru yapılmış, Vasari tarafından. Her gün işe, Uffizi’ye gidiş geliş için gerçekleştirilen bu koridor yolculuğunu düşünmek, insanların o dönemde nasıl bir ölüm korkusuyla iç içe yaşadıklarını hatırlatıyor. Köprüye bakıldığında tam orta üsteki pencereli yer Vasari Koridoru’nun bir parçası. Uffizi 1580 yılından sonra ise Medicilerin sanat koleksiyonunun sergilenme yeri olarak kullanılmış.

Floransa’yı ilk ziyaretimde müze biletini oradan alırız diye düşünmenin ne kadar yanlış olduğunu tatbiki olarak, kuyrukları görünce öğrenmiştik. Bir diğer gidişimde ise restorasyonda olduğunu görmüş yine girememiştik. Bu kez biletlerimiz elimizde, kalabalığa bakarak geçip giriyoruz içeriye… Müzeyi anlatmak mümkün değil. Kendisi bir açık hava müzesi olan Floransa’nın kalbinde yer alan merkezi müze konumunda. Floransa’nın, Rönesans’ın, Sanat’ın tarihini merak edenlerin yolu müzenin uzun koridorlarından mutlaka geçmiştir. İtalyanlar ne kadar şanslı; Rönesans tarihi için Floransa’yı, müzeleri ve Uffizi Müzesi’ni gezerek çocuklarına, öğrencilerine canlı biçimde anlatma imkanına sahipler.

Bizim çocuklarımız ise hiç olmazsa teknolojinin nimetinden yararlanarak üç boyutlu olarak gezme imkanına sahip(5). Müze, Antik Yunan ve Roma dönemi eserlerini de misafir ediyor. Gotik Sanat, Rönesans ve sonrası sanat tarihinin çok önemli örnekleriyle de tanışma imkanı var.

Gitmeden önce aklımda olan birkaç eser vardı tabii görmek istediğim. Boticelli’nin Venüs’ün Doğuşu, Michelangelo’nun ilk tablosu olan İsa’nın Vaftizi, Kutsal Aile Tablosu, Urbino Venüsü gibi.

Kuzeyden buraya gelen ressamlar için bir Rönesans okulu görevini görmüş müze. Uffizi ve Floransa 18 ve 19. yüzyıllarda ünlü Büyük Tur (Grand Tour) gezginlerinin rotası üzerinde yer alan bir konaklama noktası.  Rodin’i hatırlıyorum, burayı ziyaret ettikten sonra tüm sanat anlayışı değişecekti. Floransa’dan geçmeyen hiç bir sanatçı evrimini tamamlamış sayılmaz gibi geliyor bana… Kuzeyin ressamları Rubens ve Van Dyck’in eserlerini de görmek mümkün.

 

Caravagio’nun Genç Baküs isimli tablosunun bulunduğu salonu arıyorum kalabalık arasında. Ünlü sanatçıların adıyla anılıyor salonlar. Her müzede en az birkaç eseri bulunan verimli Barok Ressam Rubens ise her müzede Caravagio gibi aradığım bir ressam. Burada da peşinden koşuyorum. Heyecanın, coşkunun, abartının, sarışın kadınların ressamı Rubens’in. Onu Niobe Salonu’nun bir duvarında buluyorum.

Tribune

Sekizgen tavanlı Tribune (Mahkeme Salonu) ise, içindeki eserlerle büyüleyici. İlk baktığınızda tam merkezde yer alan Medici Venüsü ilgiyi çekiveriyor üzerine. Tablolar ve heykeller simetrik olarak yerleştirilmiş mekana. Farklı renk mermerlerin bir desen içinde yerleştirildiği zemin, tam ortada, yine renkli mermerlerle farklılaştırılmış sekizgen zemin üzerine oturan sekizgen masa mükemmel bir uyum içinde.

Duvarlar kırmızı kadife kumaşla kaplanmış. Pencereleri, pencere pervazları tek başlarına sanat eseri görünümünde. Sekizgen konik kubbenin yüzeyinde süs unsuru olarak 6000 civarında Hind Okyanusu istiridyesi kullanılmış(6). Geçmişte burada yargılanan birini hayal ediyorum. Verilecek her cezaya zaten razı olur, suç işlemese de… Ceza verenin bu salonun sahibi olarak ilahi bir varlık olduğunu düşünür herhalde! Bu mükemmelliğin uyumu karşısında keşke bir sandalyede oturup saatleri burada geçirmek mümkün olsa… Oysa bekleyenler var sırada. Ayrılmam gerekiyor.

Niobe Salonu

18. yüzyılda Pierre Leopold bu salonun geliştirilmesine karar vermiş ve Mimar Gaspare Maria Paoletti’yi görevlendirmiş. Roma yakınlarında Latran’da 16.yüzyılda bir bağda bulunan ve Niobe Efsanesi’ni anlatan antik heykeller gurubundan yararlanılmasını istemiş. Niobe Efsanesi’ni anlatmayacağım. Dileyen araştırır. Manisa’da Sipil dağında bulunan Niobe Kayası veya Ağlayan Kaya’nın da içinde yer aldığı bu efsaneye konu heykeller satın alınarak bu salona yerleştirilir. 17 heykel var salonda. Bunlar Artemis ve Apollon tarafından, anneleri Leto’nun isteğiyle, kibre kapılan Niobe’ye ceza olsun diye, Niobe’nin 7 erkek ve 7 kızının öldürülmesini simgeleyen heykeller. Heykeller Yunan orijinallerinden yapılmış Roma kopyaları. Heykellerin arkasındaki duvarda ise Rubens’in dev bir resmi bulunuyor: Henry IV’ün Paris’e Zafer Girişi.

Heykellerin hepsinde sanki ölümden korkan, ona karşı koymaya çalışan gençlerin el ve ayak hareketleri ön plana çıkıyor ve bir bütünlük içinde izleyenlere estetik bir şölen sunuyor. Dileyen sanal olarak gezebilir salonu(7). Niobe Salonu ise 2008 yılında restore edilip yeniden düzenlenmiş.

Tekrar koridora çıkıyorum. Yürürken muhteşem tavana bakmaktan, sağ ve sol kanatta görmediğim bir eser kalmasın diye bir ileri bir geriye gitmekten helak oluyorum. Bazen bir eserin önünde mıhlanıyorum. Eğer internetten araştıracaksam 5 dakikayı geçiyor okumam ve incelemem. Gezi ekibindeki arkadaşlarım için sıkıntı kaynağı olduğumu hissediyorum zaman zaman.

Uffizi anlatmakla biter mi? Bir geziye sığar mı? Hafızama daha önce nakşettiğim müzede geçirdiğim dört saatin sonunda dışarıya çıkarken hayıflanıyorum: Keşke bilgisayar gibi kayıt hafızası olsa ve istediğim zaman, gördüğüm sanatçıları ve eserlerini çağırabilsem gözümün önüne. Kaç kez gezmek gerekir Uffizi’yi? Şimdi bu yazıyı yazarken gördüklerimi hatırlamak için çektiğim fotoğraflara ve sanatçıların kitaplarına bakıyorum. Belki de böylesi daha iyi. Bu yazıyı yazarken fark ettiğim eksiklikler yeniden ziyarete gitmem için vesile olur. Aslında Deniz’e Rönesans’ı Floransa’da anlatma planım var önümüzdeki yıl… O zaman tekrar…

Duomo-Vaftizhane

Duomo diğer adı Santa Maria del Fiore  ya da Floransa Katedrali her Floransa gezisinin elbette ilk görülecek abide-eserlerinden. Elbette her Floransa gezimde uğrak noktalarımdan benim de. Rönesans’ın kurucu babalarından olup Floransa’da çok iz bırakan Filippo Brunelleschi’nin (1377- 1446) iki katmanlı dev kubbeyi inşa ederken uğraştığı mimari sorunları ve başarısının canlandırılmasını Medici dizi filminde izlemiştik… Büyük usta, Roma’daki Pantheon’u izleyerek öğrendiği balıksırtı tekniği kullanmış bu kubbede. 463 basamağı çıkmayı göze alamıyorum. Fotoğraf makinesinin zoomunu çalıştırarak izliyorum Vasari’nin (1511-1574) kubbeyi kaplayan muhteşem Son Yargı Freskleri’ni. Her ziyaretimde olduğu gibi kubbeye doğru başımı kaldırdığımda figürlerin birbirinden farklı yüzlerinin görmem için beni yukarıda doğru çektiği gücü hissediyorum. Sanki konik kubbenin içine doğru dönerek yükseleceğim ve ortasındaki camlı bölümden bu eserlerin yapıldığı döneme geçeceğim. Burada yapılan cenaze törenlerinde katılımcılar ölen kişinin ruhunun da yükseleceği ve ortadaki küçük bölümünün camlarından Tanrı’ya kavuşacağını düşünmemiş olabilir mi?

 

Kaç figür var resimlerde? Yüz mü? İki yüz mü? 500 yıldır orada tepede, rutubetten, nemden etkilenmeden nasıl kalmışlar? Bir sanatçının yaptığı eserin 500 yıl yaşayacağını bilmeden sadece eserine kilitlenerek, tavandaki askılı ahşap iskelede yüzü tavana dönük çalışması gözünün nurunu resme akıtması nasıl bir çabadır. Bir gün, bir hafta, bir ay değil. Belki yıllarca… Vasari burada olsaydı kendi eserine nasıl bakardı benim yerimden? Kilisenin tek başına mermer zemini bile insanı kendinden alıyor.

Kilisenin altında ise 4.yüzyıldan kalma başka bir kilisenin izleri görülüyor. Tarihte tapınakların üst üste yapılma geleneğini hatırlatıyor bize.

Bu gezimde beni en çok etkileyen eserlerden biri Duomo’nun yanındaki 11. yüzyıldan kalan San Giovanni Vaftizhanesi oluyor. Dante dahil bildiğimiz ne kadar sanatçı varsa ve Medici Ailesi’nin üyeleri hep burada vaftiz edilmişlerdi. Daha önce bu kadar dikkatli gezmemiş olmama hayıflanıyorum. Sekizgen, Romanesk bir mimariye sahip. Michalengelo’nun da büyük övgüsünü alan bronz kapıları birer şahaser. İçeride sekizgen yapının ortasına geçip başımı yukarıya doğru kaldırarak dönmekten, başım dönüyor, boynum ağrıyor. İhtişamlı yapı karşısında şaşkınlık, hayanlık duygularıyla haşır neşir oluyorum. Yine Son Yargı’yı gösteren 13.yüzyıldan kalma, sanırım altın mozaikler yerinde görmeden anlatılamaz.

Figür bloklarının konik kubbeye doğru daralması, eğilmesi insanı farklı bir uzay-mekan içine çekiyor.  Duomo’da olduğu gibi yukarıya doğru yükselme arzusu uyandırıyor.

Medici Hanedanı

Mediciler demek Floransa demek dersem sanırım yanlış olmaz. Gençliğimde bir abim bana para sahibi olmakla burjuva olmanın farklı şeyler olduğunu söylemişti. Parayı ilk biriktirenin de burjuva olamayacağını… Bu basit ayrımın gençliğimde fark etmemin yaşarken bana çok yardımı oldu. Medici Ailesi sanırım tarihin ilk burjuva ailelerinden. Banker-tüccar ve zengin bir aile olması yüzlerine bakılmayı gerektiren bir meziyet değil elbette. Ama bugün Rönesans diye bir olgudan, Floransa sanat ekolünden bahsediliyorsa bu aileyi kimse görmezden gelemez. Oldukça fazla sayıda Rönesans sanatçısının hamisi, destekçisi olmanın dışında sanatı bilinçli olarak desteklemişler, evlerini sanat okulu haline, bir akademi haline dönüştürmüşler.

Güzellik peşinde koşarlarken ister istemez Platoncu etkiye kapılmış bu okul. Hatta Floransa’da bu dönemde Platon Okulu kurulur. Aile ve tüm sanatçılar bu okulun içinde kendilerini de eğitirler. Onlar yeniyi, gelişeni ilk gören, sanata dışarıdan değil içeriden bakan bir ailenin üyeleridir. Kazandıkları parayı sanat için harcamaktan kaçınmamışlar. Sadece para sahibi olanlar paranın verdiği fiziki güç peşindedirler ve o gücün önünde herkesin eğilmesini isterler. Herkesi kendilerine muhtaç hale getirirler veya öyle hissetmelerini isterler.

Oysa burjuvazinin doğuşunda, feodal toplumdan kurtulma ekseninde devrimci niteliğe sahip Medici gibi aileler, geleneksel olanla kavga etmekten, gelenekseli yıkan sanatçıları desteklemekten kaçınmazlar. Onlar sanatın “asıl varlık” olduğunu keşfetmişlerdir bir kez. Üstelik bu sanat bilinci ve politik bilinç iç içe geçmiştir. Her ikisinin bir bütün olduğunu bilirler. Bu uğurda şehitler verirler. Çocuklarının cenaze törenlerine katılırlar ama yine de bildikleri yolda devam ederler. Medici Ailesi’nin bir ara Floransa yönetimini eline geçiren yobaz rahip Savonarola ile savaşı bu devrimci rolün simgesidir.

Elbette burjuva olarak onlar da yeni bir güç algısı peşindedirler ama bu sanatın himayesinde bir üstünlük kurma savaşıdır artık. Üstelik sanatı bir araç olarak kullanmak yerine içselleştirmeyi başarabilmişlerdir. Silahla değil, estetikle… Elbette onlar da savaşır, para hep ön plandadır ama arka planda gelişen insanın merkezde olduğu yeni bir dünyanın kurucuları arasında yer alırlar. O dünyayı desteklerler. Yanlış anlama olmasın burjuvazinin ilk dönemidir bu… Sonra onlar da arkadan gelen eşitlikçi-devrimci dalganın telaşına düşecekler; öncülüğünü yaptıkları, söyledikleri eşitlik, adalet, kardeşlik düşüncesinden korkacaklardır. Yani bugün, o günkü anlamda burjuva kalmamıştır artık. Bugünün burjuvaları için sanat bir araçtır sadece… Duvarlarında değerlenecek bir yatırım…

Davut Heykeli

Floransa denilince akla ilk gelen heykellerden biri Michelangelo’nun Davut Heykeli’dir şüphesiz. Bir simge olarak kopyaları Signoria Meydanı’nda, Oltrarno’da Michelangelo tepesinde yer alıyor. Aslı ise Akademi Müzesi’nde. Heykel Rönesans başyapıtları arasında gösterilir. Zamanında çıplaklığı pornografi olarak değerlendilmiş, büyük tartışmaların konusu olmuş. Heykelin el, yüz ve torsosunun belaltı kısmına göre küçük olduğu üzerine bir çok değerlendirmeler yapılmış.

Ancak heykeli seyrederken bu orantısızlığı hiç hissetmiyoruz. Ben ustanın heykeli bulunduğu yere sığdırmak için küçülttüğü düşüncesine katılmıyorum. Eğer öyle olsaydı bütünsel olarak ölçekli küçültebilirdi. 5,17 metre boyundaki heykele aşağıdan veya uzaktan bakacağımızı düşünen ustanın estetik bir denemesi bence… Sakın heykele farklı bir güzellik veren de bu olmasın!  Güzellik kusurlu olanın içinde gizlidir ey insanlar! demiş olabilir mi?

Heykelin büyüklüğüne rağmen zarif görünümü onu büyük Roma heykellerinin kabalığından kurtarmış. Akademi müzesinde bulunduğu merkezi yerde üç tarafından defalarca seyrediyorum heykeli. Bence Michelangelo saf güzellik arayışındaki Yunan heykeli ile somut görünen gerçeğin peşindeki Roma heykelinin estetik anlayışlarını birleştirmiş bu heykelde. Heykel bir erkek heykeli olmasına rağmen tıpkı bir yunan heykelindeki gibi saf güzelliği çağrıştırdığı gibi, yolda görsek tanıyacağımız somutlukta bir insan sureti olmayı da birleştirmiş bünyesinde. Bence heykelin başyapıt olması bu özelliğinden kaynaklanıyor. Gökyüzündeki ilahi güzellik ile yeryüzündeki dünyevi güzelliği birleştirebilmiş… Her ne kadar Davut olarak isimlendirilse de o somut insan güzelliğine adanmış.

Dev canavar Golyat’ı öldüren Peygamber-Kral Davut cesaretiyle, güzelliğiyle, sesiyle ön plana çıkmıştı. Ama ben Michelangelo’nun Davut Heykeli’ni yapmasını, onu yakışıklı bir erkek figürü olarak yontmasını uhrevi dünyayı yeryüzüne indirme çabası olarak algılıyorum. Usta Rönesans’ın temel ilkesini uyguluyor aslında. Bir dini simge olan,  Zebur Kitabı’nın Peygamber-Kral Davut’unu hayal dünyasından, Signoria Meydanı’na çıplak olarak indirmek hem zihinsel hem sanatsal dünyanın büyük dönüşümünü, Rönesans’ın doğumunu gösterir bize. Michelangelo dini-mitolojik dünyadan, somut bir insan çıkarmıştır ortaya. Peygamber-Kral Süleyman’ın babası Davut’ta cisimleşen güzel bir insan… Ona baktığımızda peygamber, kral olduğu hiç aklımıza gelmiyor. Ne güzel bir insan heykeli! diyoruz…

Akademia Müzesi

Davut Heykeli’nin bulunduğu Akademi Müzesi koleksiyonun toplanması I.Cosimo Medici dönemine kadar uzanıyor.  Üç salon ve dört odadan oluşuyor. Uccello, Ghirlandaio, Boticelli, Lippi gibi ressamların eserleri de yer alıyor. Medicilerin müzik aletlerinin sergilendiği özel bir bölüm var.

Michelangelo’nun Davut dışındaki heykeleri de göz alıcı. Mahkumlar Serisi olarak sergileniyor. Bu heykeller Vatican’daki bir mozelenin dekorasyonu için hazırlanmış. Ama Floransa’da kalmış.

Signoria Meydanı ve Lanzi Revakı

Floransa’nın en ünlü meydanı. 14.yüzıldan itibaren tüm tarihi olayların cereyan ettiği bu meydan. Tüm siyasi kararların alındığı ünlü Palazzo Veccihio ve Campanile’si kale görünümüyle meydana hakim. Vasari’nin freskleriyle süslenmiş 500’ler meclisi bu sarayın en önemli parçası.

Signoria Meydanı’nın bir köşesinde, Palazzo Vecchio’nun yanında bulunan antik roma heykelleriyle dekore edilen revaklı bölüm, bir açık hava müzesi. Neredeyse her gün önünden geçiyoruz ve her gün ışığın farklı anlarında aynı eserlerin farklı fotoğraflarını çekiyorum. Floransa’nın etkileyici köşelerinden biri.

Revaklı Loca’da Sabin Kadınlarının Kaçırılması (1583) ve elinde Medusa’nın başını tutan Perseus (1554) heykelleri göz alıcı halleriyle yaklaşık 500 yıldır aynı yerde duruyor. Perseus Heykeli’nin I.Cosimo’nun düşmanlarını uyarma amacı taşıdığı söyleniyor. Cosimo’nun ata binmiş haldeki kendi heykeli de meydanın ortasında.

Revaklı Locanın sağında ise Davut Heykeli’nin kopyası, karşısında Neptün Çeşmesi yer alıyor. Bu meydandaki eserleri, sarayı, müzeyi gezip gördükten sonra meydandaki kafede oturmamak olmaz. Ya da Uffizi Müzesi’nin terasında yer alan ve Campanile’ye bakan kafesinde oturup vakit geçirmemek tanışılan eserleri zihnimizde sindirmemek yakışık almaz.

Palazzo Vecchio

Floransa’nın merkezinde yükselen ve 1322 yılında belediye binası olarak yapılmış Vecchio Sarayı, daha ziyade bir kale görünümünde. Dük I.Cosimo buraya 1540 yılında taşınmış ve yeniden düzenlemiş. İç mekanın tasarlanması için Michelangelo düşünülürken bu görev Vasari’ye düşmüş. Saray, Medici evi olarak Toskana Grandükalığı’nın azametini yansıtacak hale getirilmiş. Hem belediye binası olarak kullanılan hem de müze görevi gören yapı o azameti bugün bile fazlasıyla yansıtıyor.

Tabii sarayın en görkemli bölümü 500’ler Meclisi Salonu. Tavan resimleri, duvar resimleri, heykeller insanın başını döndürüyor. Sağınıza dönüyorsunuz Michelangelo’nun bir heykeli. Başınızı yukarıya kaldırıyorsunuz Vasari’nin tabloları… Sadece bu salonda birkaç gün geçirmek isterim aslında. Her bir heykel, her bir resim dile gelmeli, kendini anlatmalı. Konuşmalı onlarla. Size salonun görkemini hissettirmekten aciz bir fotoğraf koyabiliyorum sadece.

Salon’un dışındaki odalar, odaların tavanları nasıl anlatılabilir ki? Jüpiter odası, Juno odası, Opis odası, Ceres odası, Elanora bölümü, Elanora şapeli, Esther odası, Müzik odası; çok resimli tavanlar, tavanlar… Her köşede bir resim, bir sanat eseri var. Medici Ailesi’nin bir hikayesi var. Doğru ya! onların evindeyiz… Bir sanat labirentinin içine çekilmiş de yolunu kaybetmiş gibi hissediyorum kendimi. Hangi eseri, hangi Rönesans ustası yaratmış, bunların her biri için ne kadar zaman harcamış; günlerini, aylarını yıllarını nasıl geçirmiş bu odalarda, o yaratıcı çalışmalar içinde. Taslaklar, eskizler, astarlar, boyalar, sırlar, fırçalar… Kaç el hareketi gerçekleşmiş bu eserler yaratılırken? Her fırça darbesi için beyin nasıl çalışmış… Ressamlar, ustalar yemek yerken ne koşuyorlardı? Efsanelere konu olan saray gizli geçitleri nerede? Niçin gezmemize müsaade etmiyorlar?

En etkileyici yerlerden biri Toledolu Eleanora’nın odaları, şapeli, çocuklarının odaları. Mediciler taşınmadan önce yapıldığını bilmesem, bu sarayın da Eleanora için yapıldığını söylerdim hemen. I.Cosimo’nun şanslı karısı Eleanora… Son söz olarak Vecchio Sarayı’nın anlatılması mümkün değil. Belki de Rönesans Floransa’sını bünyesinde barındıran Çekirdek Floransa demeli ona… Floransa’da bir gününüz ve bir sadece bir eseri ziyaret etme hakkınız olsa orası mutlaka Palazzo Vecchio olmalı derim.

Ponte Vecciho, Boboli Bahçeleri ve Oltrarno

Onca önemli esere rağmen Floransa’nın popüler simgesi haline dönüşmüş bir köprü Ponte Vecchio. Elbette köprünün güzel fotoğraflarını çekebilmek için çeşitli saatlerde kendimi köprüyü gören noktalarda buluyorum.

Bu noktalardan en güzeli Michelangelo Meydanı. Bu meydandaki kafe-lokantada bir şeyler yemek içmek “zorunlu.” Floransa’nın en güzel görüntüsü buradaki terastan seyrediliyor. Şehre yüksekten bakma imkanı veriyor. Neredeyse tüm yapılarını bir arada görebiliyoruz. Fiesole Tepesi’deki görüntü ise daha uzaktan bir görüntü ve şehre bu kadar hakim değil. Vecchio Köprüsü’nü ilginç kılan sadece üzerindeki suya düşen yansımalar eşliğindeki güzel görüntüsü değil elbette. Köprünün yukarıda değindiğim gibi, çocuklarını suikastlarda kaybeden Medicilerin Uffizi’nin üst katından yola çıkıp köprü üstünden geçerek devam eden ve Pitti Sarayı’na güvenle gitmesi için yapılan herhalde bir kilometreden daha uzun Vasari Koridoru’nun bir parçası olması beni daha çok etkiliyor. Fotoğraftaki orta üst camlı bölüm Vasari Koridoru’na ait.

Oltrarno şehrin daha sakin bir bölgesi. Bir akşam yemeğimiz için bu bölgedeki bir lokantayı seçmiştik. Hem güzel bir yemek yemiş hem de vaktimizi Santo Spirito meydanında geçirmiştik. Güzel  ve canlı bir meydan.  Burada Brunelleschi’nin son yaptığı kiliseyi de görmek mümkün.

Pitti Sarayı ve Boboli Bahçeleri de buraya yakın. Pitti Sarayı’na yine giremiyoruz. Boboli Bahçeleri ile yetiniyoruz. Yine bir kadın için, bir Medici kadını olan Teleodolu Eleonora için satın alınmış bir saray ve onun için yeniden yapılmış bir bahçe. I.Cosimo’nun, kendisine 11 çocuk veren karısı Toledolu Eleanora’ya özel armağanları.

İçinde çeşitli eserlerin yer aldığı bahçeyi gezerken, rampayı tırmanırken Eleanora’nın tek başına bu dev bahçede ne yaptığını düşünüyorum. Versaille Sarayı ve bahçesi neredeyse bir asır sonra yapıldığına göre, buradan ilham alınmış olabilir mi diye düşünüyorum. Ama Versaille yanında, hafızam yanıltmıyorsa çok küçük kalıyor. Ayrıca bu bahçenin tipik bir İtalyan bahçesi olduğu söyleniyor.

Her yüzyılda birçok ilave yapılan bahçe hayli büyük ve birçok eser var içinde. Limonluk, Kaafeehaus gibi bölümleri var. Su kanalları, havuzlar, fıskiyeler ve çeşmelerle bir su sistemine sahip. Bahçeye simetri ve uyum hakim. Antik Yunan heykellerinin 5. yüzyıla tarihlenen Roma kopyaları bahçenin belirli yerlerine yerleştirilmiş. Çeşitli yönlerde yürüyüş yolları düzenlenmiş. Rönesans dönemi heykeleri bu antik heykellerden daha fazla sayıda. Buontalenti ve Vassari’nin mağaraları görülmeye değer eserler.

Oltrarno, Arno nehrinin ötesi anlamına geliyormuş. Bir zamanların genelev mahallesi, bugün aralara, meydanlara dağılmış küçük lokantalarıyla turistik bir bölge haline gelmiş. Oltrarno’dan çok keyif aldım. Bana Roma’nın Tiber nehrinin ötesi, Trastevere’yi ve Quadalquivir’in Sevilla’dan geçerken öte yakası Triana’yı hatırlattı.

Son Söz Yerine

Floransa elbette anlattıklarımdan ibaret değil. Çok fazla müze var gezilecek.

San Marco ve San Lorenzo meydanları, Medici Şapel’i, Bargello, Repubblica Meydanı, Fiesole, Medicilerin ilk evi, Palazzo Pitti, Dante’nin Evi ve daha nice yapılar, eserler. Meraklı okur hepsine internetten erişebilir. Bence Floransa’yı ziyaret edecek her gezginin, gitmeden 15 gün öncesini bu şehre ayırıp, onunla ilgili kim ne demiş, ne yazmış okuması iyi olur. Biraz da Rönesans hatırlanmalı.  Aksi halde ziyaret edilen yerleri, eserleri ve Rönesans’ı hazmetmek zorlaşacak, her şey birbirine karışacaktır…

 


(1) George Sarton, Leonardo Da Vinci, s.27, Muhayyel Yayınevi, 2019.
(2) Monica Girardi, Michelangelo, s.14, ArtBook,Dost Kitapevi.
(3) Tülin Bumin, “Machiavelli Okumaları”, s.86; Machiavelli, makyavelizm ve Modernite, Derleyen Cemal Bali Akal, Dost Yayınları, 2014.
(4) Gloria Fossi, Les Offices, s.7,  Giunti Yayınları, 2021.
(6) Fossi, s.78