Haluk İnanıcı
Mardin çevresine ayırdığımız gezinin dördüncü gününde kiraladığımız araba ile Midyat ve Çevresini gezeceğiz. Yola koyulmadan önce, Mardin’e 4 kilometre mesafede Kuzey Mezopotamya’nın en ünlü yapılarından sayılan, Unesco, Dünya Geçici Kültür Mirası Listesi’ne kayıtlı Deyrulzafaran Manastırı’na uğruyoruz.
Kuruluşu 4. yüzyıla tarihlendirilse de yapının zamanla yapılan ilavelerle bugünkü haline geldiği anlaşılıyor. Romalılar bölgeden çekilince Aziz Şleymun’un ve bazı azizlerin kemikleri buraya getirilerek Roma kalesi manastıra çevrilir. Mor Şleymun Manastırı adını alır. Ardından Aziz Hananyo 793 yılında büyük bir tadilat yapınca manastır onun adını alır. 15.yüzyıldan itibaren de etrafta yetişen safran otu ve onun sarı renginden ötürü Deyrulzafaran (Safran Manastırı) adını alır. Ayrıca manastır içinde Süryanilerin daha önceki dinlerinden (Şemsiler) kalan Güneş Tapınağı bulunur. Manastırın ünlü mezar odası bu Güneş Tapınağı üzerine inşa edilmiş durumda.
Mor Hananyo Kilisesi, Dua
Tatlı bir tesadüf neticesinde manastırı yöneticisi bizi gezdirme inceliğini gösteriyor. Manastıra gidip ismimizi verdiğimizde yanımıza genç bir beyefendi geliyor. Manastır yöneticisi İshak Bey çok zarif biri. Aynı zamanda Süryani tarihi üzerinde doktora çalışması yürütüyor. Hayli bilgili. Bize yaklaşık 2 saat süren gezimiz boyunca eşlik ediyor. Tam avluya girmişken, Metropolit Saliba bey hızla geçip kilise bölümüne geçiyor. İshak bey bir Süryani duası izlemeyi isteyip istemediğimizi soruyor. Yine güzel bir tesadüf ve teklif… Hemen kilise bölümüne geçiyoruz. Bu kilise 5.yüzyıla tarihlenen, manastırın en eski bölümlerinden Mor Hananyo Kilisesi. Haç şeklinde, küçük bir kilise. Apsisin yüksekçe bölümünde solda ve sağda iki koltuk görülüyor. Koltuklardan soldaki 350 yıllık, cevizden yapılma. Sağdaki ise metropolitler tarafından kullanılan, fildişi süslemeleri bulunan ve yaklaşık 500 yıllık bir koltuk. Kilise’nin girişinde bulunan 500 yıllık olduğu tahmin edilen kapısı da ceviz ağacından yapılmış. Kilise yaklaşık 1600 yıldır kesintisiz ibadet edilen bir yapı.
Süryani inancında gün içinde 7 ibadet yapılırmış. Bunlardan üçü sabah, öğle ve akşam toplu yapılan korolu dördü ise şahsi ibadet şeklinde yerine getirilirmiş. İbadetler dua, ilahi okuma şeklinde ve açılan halılar üzerinde secdeye varma, yalvarma ve yakarma suretiyle gerçekleştirilirmiş. Yüksekçe olan ve aynı zamanda ayin bölümü olarak ayrılan yerde çarşamba, cuma ve pazar sabahları ayin görevi yerine getirilirmiş. İshak Bey, ayin yapılırken sivil halktan kimsenin içeriye alınmadığını belirtiyor. Sadece din adamları ve yardımcıları hazır bulunurmuş. Kilisede 800 yıllık bir fresk ve 5.yüzyıldan kalma saçak süslemeleri bugünlere kadar gelebilen hazineler arasında sayılıyor.
Tam karşımızda apsisin yüksek bölümünde Metropolit Saliba bey dua kıyafetiyle duruyor. Aşağıda sağda ve solda iki yüksek sehpa üzerinde kitaplar, yanlarda iki rahip ve onların bitişiğinde birer Süryani genç duruyor. Zaman zaman beraber dua ediyorlar, zaman zaman bir sağdaki, bir soldaki dua ediyor. Bazen Metropolit elindeki büyük kitaptan dualar okuyor. İlginç bir sahne görüyoruz. Zaman zaman rahibin yanında duran genç dua arasında eğilip halının üzerinde yere secde ediyor fakat yüzünü yere değdirmeden hemen kalkıyor. Dua aralarında her seferinde birer kez olmak üzere defalarca secdeye varılıyor. Secde geleneğinin Müslümanlardan önceki halini görmüş oluyoruz. İshak bey bize, bu secde ibadetinin (namaz) Hıristiyanlıkta sadece Süryaniler ve Kıptilerde bulunduğunu söylüyor. Daha önce izlediğim Ortodoks ayinlerinden de biliyorum, Doğu Kilisesi’nin dua armonisi de Müslümanlarınkine benziyor. Kilise bölümlerinde resim, ikon ve heykel yok. Sadece perde bulunuyor. Süryani el sanatlarında gelişmiş olduğu için perde tercih edilmiş. Perde üzerindeki desenler, resimler kök boya, taş ve tahta baskılarla yapılırmış. Yenileri ise bilgisayar baskısı şeklinde üretiliyormuş. Perde geleneğinin tercih edilmesinin bir diğer nedeni de bölgenin savaş bölgesi olması kiliselerin sürekli tahrip edilmesi, yağmalanmasıymış… Bu nedenle yok edilen perdelerin yerine yenisini koymak kolay oluyormuş.
Mezar Odası
Dua törenini 15 dakika kadar izleyip dışarıya çıkıyoruz. Hemen yan tarafta bulunan mezar odasına geçiyoruz. İçeride 7 mezar bulunuyor. Ön tarafta bulunan 3 mezara eski patrikler gömülmüş.
Deyrulzafaran Manastırı 1292-1932 arasında 640 yıl Süryani Kadim Ortodoks Patrikliği’nin ikametgahı olarak görev yapıyor. Görev yapan bütün patriklerin mezarları bu odada bulunuyor. Diğer dört mezara ise metropolitlerin naşı yerleştirilmiş. Toplam 52 kişi gömülüymüş burada. Patrikler ayin kıyafetleri ile bir sandalyeye oturmuş ve yüzleri doğuya bakar halde gömülürmüş. Bir gün sonra gezeceğimiz Mor Gabriel Manastırı’nda bizi gezdiren rehber, sandalyede oturarak gömülmenin kesin bir gelenek olmadığını, son ölen Şam patriğinin sırtüstü gömüldüğünü anlatacak…
Güneş Tapınağı
Mezar odasının tam altında binlerce yıl önceye ait Güneş Tapınağı bulunuyor. Dar bir merdivenden aşağıya iniyoruz. Yüksekliği fazla değil. Ancak İshak Bey bize burada kazı yapıldığını ve toprağın altında başka yapıların, gizli geçitlerin olabileceğini anlatıyor. Girişin tam karşısında, doğu tarafında dikdörtgen bir boşluk bulunuyor. İbadetin başlaması için güneşin sabah ışığının içeriye girmesini sağlıyormuş.
Ancak tapınağın insanı hayrette bırakan bir başka unsuru tavanı. Tavan taşlarla örülmüş. Harç, derz kullanılmamış. 4 bin yıllık tapınak yapılırken kullanılan bu taşların her birisi 1-2 ton ağırlığında. Her bir taş kilit taşı olarak kullanılmış. Büyük kenardan küçük kenara doğru eğimli taşların yan yana dizildiğinde birbirlerini sıkıştırmak, kilitlemek suretiyle havada kalmış. Eski zamanda taşların önce toprağın üzerinde yan yana yerleştirildiği ve toprağın boşaltılmasıyla birbirine kilitlendiği düşünülüyor. Ancak tüm taşların düz bir tavan teşkil etmesi, ağırlıkları, 4 bin yıl öncesi için yapılan mühendislik hesaplarını anlamak açısından hayret verici.
Fotoğrafına baktığımızda alttan görülen her bir taşın birkaç metre yüksekliği olduğunu, ağırlığının birkaç ton civarında olduğunu düşünmek kilitlenen taşların kendi ağırlığı dâhil ne kadar büyük bir ağırlığı taşıdığını anlamak açısından oldukça şaşırtıcı. Üstelik bu tapınak, üzerinde bulunan mezar odasını da taşıyor.
Meryem Ana Kilisesi
Bu tür yapılarda ikinci bir kilise yapılır ve ona Meryem Ana kilisesi adı verilirmiş. Manastırın ilk kilisesi olduğu da düşünülüyor. Vaftiz kurnası aynen duruyor. Bu kurna günümüzde de kullanılıyormuş. Kilise Patrik 2.Cersis döneminde (1686-1708) onarım geçirmiş.
Kilisenin yanındaki odada bir matbaa makinesi duruyor. 1876 yılında dönemin patriği tarafından İngiltere’den satın alınmış. 1969 yılına kadar Süryanice, Arapça, Osmanlıca ve Türkçe kitaplar bu makineyle basılmış.
Dışarıya avluya çıkıyoruz. Kenarda bir kuyu göze çarpıyor. Ayrıca Patriklerin taşınmasına yarayan yaklaşık 300 yaşında tekerleksiz tahtırevan bulunuyor. Süryanilerde köle kültürü olmadığı için bunu atlar çekermiş. İki attan biri tahtırevanın önünde diğeri arkasında bulunurmuş. İnternette görsellerine erişmek çok kolay. Sonra manastırın en üst katına ve terasına çıkıyoruz. Manzara gerçekten görülmeye değer. Manastırın üzerine kurulduğu tepe arka tarafta daha da yükseliyor.
Yüksek kayalarda mağaralar görülüyor. Bize çok eski dönemlerdeki yaşamı ve ilk Hıristiyanların saklandıkları yerleri de işaret ediyor bu kaya oyukları. Üst katta gördüğümüz odalarda manastıra gelen misafirler kalırmış. Yurt dışından gelenler bazen çok kalabalık olurlar; hatta zaman zaman terasta ve odaların önündeki boş alanda da yer yataklarına yatarlarmış.
Ayrılış
Çıkmadan önce Metropolit Saliba beyi ziyaret etmek istiyoruz. Yanında yurt dışından ziyaretine gelen Süryani misafirleri olmasına rağmen bizi kırmıyor. Sohbet ediyoruz. Bize bacasız sanayi turizmden bahsediyor. “Elimizdeki hazinenin kıymetini bilsek,” diyor… “Biz biliyoruz,” diye cevaplıyoruz Saliba beyi. Kendisine “Endülüs’ü Farklı Gezmek” isimli gezi kitabımı hediye ediyorum. Gezerken aklımdan sürekli bu kitap tadında; bölgenin, yapıların, taşların insani, dini, fikri tarihini de içeren bir “Anadolu’nun Endülüs’ü: Diyarbakır-Urfa-Mardin” kitabı yazmak geçiyor, gezginler için. Ama kimse kitap okumuyor ki! Üstelik marifetin iltifata tabi olmadığı bir dönemde yaşıyoruz. Bu tür çalışmalara kurumlar, firmalar sahip çıkmalı, taşıyıcı olmalı… Bu nedenle ben de kendime yazıyorum; fark eden eder, etmeyen etmez diyorum. Manastır bölgesinde üzüm bağları oluşturulmuş. Gelir getirmesi için şarap imalatına başlamışlar. Tatlarına bakıyoruz. Kendi damağımıza hitap edenleri de buluyoruz.
© Haluk İnanıcı, Yazı ve Fotoğraflar İzinsiz Kullanılamaz.
http://www.deyrulzafaran.org/turkce/detay.asp?id=276&kategori=MANASTIR
http://www.mardin.gov.tr/
https://islamansiklopedisi.org.tr/
http://seldjukian.blogspot.com/search/label/Makaleler
http://www.suryanikadim.org/reyono/default.aspx?s=9&b=12
https://www.kulturportali.gov.tr/turkiye/mardin/gezilecekyer/deyrulzafaran-manastiri
http://suryaniler.com/
https://www.youtube.com/watch?v=vWxKPPf1GQE