Türk Yargı Kültürü ve Hukuk Estetiği[1]
Haluk İnanıcı
Kültür ve estetik kelimeleri insanın düşünme ve yaratıcılık kapasitelerini ortaya koyan, niteliğini açıklayan kavramlar. Cumhuriyet kurulduğu günden beri sorunlu olan hukuk-yargı alanlarını bu kavramlarla anlamaya çalışmak sadece bir ironiye işaret etmiyor. Neyin olmaması gerektiği var olan kültür ve estetik düzeye bakılarak bir dereceye kadar anlaşılabilse de, olması gerekenin sorunlardan, açmazlardan yola çıkılarak tespit edilmesi mümkün değildir. Kavramlar bize konunun ilişkili olduğu başka toplumsal alanlarla birlikte anlaşılabileceğini de işaret ediyor. Tüm toplumsal yapılar değişim halinde olduğuna göre; yazı konusunu teste tabi tutacak örneğin, “adalet ideası” gibi bir turnusol kâğıdımız da yoktur.
Adalet sorunları öncelikle “toplum tasavvuru” ile ilgilidir. Hangi değerler üzerinde şekillenmiş bir toplum tasavvur ediliyorsa, insan varlığını hangi topluma uygun görüyor ve onun için mücadele ediliyorsa adalet ona göre şekilleniyor. Bir diğer deyişle adalet bir idealden ziyade; sınıfların, vatandaşların ve onların siyasi ve sivil örgütlerinin adalet taleplerinin karmaşık ilişkisi, çatışması üzerinde belirginleşiyor. Örneğin mal/mülkiyet/sözleşme merkezli bir toplumu ideal bir toplum olarak görülüyorsa tüm toplumsal değerler bu hedef için mücadele-uzlaşma zemininde birbirleriyle hiyerarşik ilişki kuruyor. Tabii, hukuki değerler de bu temel mücadele-uzlaşma yapısı üzerinde şekilleniyor. Kurulan yargı-hukuk sistemi nasıl adlandırılırsa adlandırılsın egemenlik kuran, bu değerleri korumakla yükümlüdür. Bu nedenledir ki, yargı bağımsızlığı, yargıç bağımsızlığı gibi idealize edilen kavramlar ve bu amacı gerçekleştirme iddiasında olan kurumlarla sağlanacak hukuki adalet kendini “Bir yere kadar adalet…” diye adlandırıyor. Çıkarsamamızın veciz ifadelerini, dünyanın çeşitli ülkelerinin yüksek yargıçlarının “Biz adalet dağıtmıyoruz, karar veriyoruz,” şeklindeki açıklamalarında görmek mümkündür. Yine bu nedenle yargıçlar bir noktadan sonra, verdikleri kararların birbiriyle çelişmesine kadar varabilecek “hukuki adaletsizlik”lere karşı kayıtsızdırlar. Hem ayrıca bu onların “işi”dir. Adı “iş” olan etkinlikten hangi ölçü ve sınırlar içinde “Adalet” beklenebilir?
Bu kısa açıklamamıza rağmen yazımız, “olması gereken” gibi iddialı bir hedefin peşinden koşmaya yönelik olmaktan ziyade var olanı biraz daha geniş açıdan görebilmek için fotoğraf çalışması mahiyetindedir.
Değer-Hukuki değer
Son seçimlerin bir kez daha teyit ettiği üzere Türk toplumuna muhafazakâr zihniyetin egemen olduğunu söylemek sanırım yanlış olmaz. Türk toplumunun değer yapısındaki çarpıklıklarda bu egemen zihniyetin büyük payı vardır. Kestiği kurbanın en büyük ve en güzel yanını kendine alan azımsanamayacak çoğunlukta bir kesimin Alevilere, Müslüman olmayanlara bakışı da yüz ağartacak cinsten değildir. Ermeni soykırım iddialarına refleks olarak karşı çıkışın, bugün Ermeni mal varlığının kimlerin mülkiyetine geçtiği sorusuyla da ilgisi yok mudur? Ülkemizin tarihi, oruç tutmayanlara, namaz kılmayanlara yapılan saldırıların, Alevilere karşı yapılan katliamların örnekleriyle doludur. Öte yandan muhafazakar olduğunu söyleyenlerin rant ve kazanç elde etme konusunda da, “insan, toplum, doğa, çevre” gibi kavramları engel olarak gördüğünü rant talebini gemleyemediğini, bu arzularının sonu olmadığını son on üç yıldır teyiden görüyoruz.
Bu zihniyetin küresel ölçekte gelişen “hak ve özgürlükler” hareketleri karşısında kendi eklektik ataerkil yapısıyla yüz yüze gelme gibi bir hedefi bulunmadığı da anlaşılmıştır. Muhafazakâr yapı, kadına karşı erkeği, çocuğa karşı yetişkini, mağdura karşı tecavüzcüyü, farklı cinsel tercihleri olanlara karşı kendini koruyan bir temele sahiptir. Kürtaja, kız-erkek okullarına, çalışan kadına, kadın kıyafetine, plajlara, havuzlara, toplu taşıma araçlarına bakışı bu zihniyeti her gün ele vermektedir. Bir diğer deyişle muhafazakârlık, toplumumuzda eşitsizliği kutsayan bir fonksiyon üstlenmiştir.
Ortaya çıkan temel değerler böyle olunca, benzeri çarpıklıkları hukuki değerlere yansıması da kaçınılmaz oluyor. Hukuki değer, bir hukuk normunun koruma altına aldığı hukuki yararı[2] ifade ettiğine göre; bu değerlerde çarpıklık tabiri; Meclis faaliyetiyle yöntemiyle kanun koruması altına alınan hukuki yararın “meşruiyeti”de sorun olması anlamına gelmektedir. Yargının bu hukuk yapısıyla adalet talebi karşısında verdiği sınav bu nedenle de çok başarılı değildir. Her gün onlarcasını duyduğumuz kararlarda, daha “18 yaşından küçük olanların çocuk olduğu, tecavüze uğraması halinde, hiçbir koşulda rızasının varlığından” bahsedilemeyeceği evrensel ilkesine bile ulaşabilmiş değiliz. Aynı şekilde fahişeye tecavüz edenlerin cezalarında “insani eşitlik kavramından” uzak bir yaklaşımla indirim yapılmasında, tecavüze uğrayan kadının tecavüzcüsüyle evlendiren anlayışta da benzer bir durum vardır. “Egemen değer yapısı ile çatışan” her konu fıtrat gibi kavramlarla açıklanır olmuştur. Dikkat edilirse buradaki fıtrat kelimesi bir “kutsama” fonksiyonu görür. Bu tür yaklaşımlar mutlaka dini kaynakları ön plana çıkartarak gelişir. En son olarak da Anayasa Mahkemesi, imam nikâhı ile ilgili ceza normunu[3] iptal etmiştir. Toplumumuzda tasavvur dünyasının kontrolünü elinde tutan muhafazakâr zihniyetin belirlediği hukuki değer hiyerarşisi; insan hak ve özgürlükleri alanında evrensel kazanımları kendi içine dâhil etme yerine, buna karşı ciddi direnç göstermekte hatta set örmektedir.
Uzun süre iktidarda kalan laikçi zihniyetin evrensel değerler karşısında verdiği sınav da aynı ölçüde başarısız olmuştur. Terimi, “Dini kontrol altına, resmi devlet dini yaratma amacıyla laiklik ilkesinden uzaklaşmasına rağmen kendini ‘laik’ olarak tanımlayanlar”ı ifade için kullandım. Laikçi zihniyetin, evrensel insan haklarından kaynaklanan değerlerin, Cumhuriyet’i kuran kadronun kurucu değerleri yerine ikame edilmesini sağlayamamasının; gerçekten laikliğe terfi edememesinin bugünkü kaotik ortamdaki payı büyüktür. Laikçi zihniyet ile muhafazakâr zihniyetin karşılıklı rövanş ataklarının, siyasi zenginlik yaratmayan, tam tersine gelişimin önünü tıkayan, toplumsal aklın gelişmesini önleyen yanları ve sonuçları görülmeden estetik ve kültür yoksulluğunun anlaşılması mümkün değildir.
Siyasi bilinç
Bir hukuki değerin belirleyici hale gelmesi; vatandaşların ve örgütlerinin o hukuki değerin üretimine katılmasıyla mümkündür. Bir başka ifade ile bir toplumsal faaliyet ancak vatandaşın politika-hukuk üretimine katılması ile demokratikleşebilir. Bugün için, hukukun hâlâ “devlet tarafından üretilen, vatandaş tarafından körü körüne uyulması gereken kurallar bütünü olduğu” algısı devam etmektedir. Oysa her vatandaş, sürekli söylendiği gibi, devletin kendi hizmetini gören bir aygıt olduğunu, bu aygıtın tüm giderlerini kendisinin karşıladığını, tüm devlet faaliyetleriyle ilgili bilgi talep etme, hesap sorma ve bu çerçevede tüm hukuk kurallarının geliştirilmesine kendinin de katılma hakkı olduğunu bilmek ve bu hakkını kullanmakla yükümlüdür. Yargı ve hukuk kültürünü, estetiğini belirleyen kilit burada gizlidir. Bu talebin olmadığı yerde hukuk, sınıf çatışmasında, devlet aygıtlarının kendi aralarındaki çatışmalarda veya sadece yönetilenleri zapturapt altında tutmak için kullanılan araç haline dönüşmektedir. Bir başka açıdan bakılırsa, hukukun, yönetilenlerin yönetenleri kontrol için kullanabilecekleri fonksiyonu zayıflamakta hatta ortadan kalkmaktadır.
Türk Yargı ve Hukuk Kültürü ve Estetiğinin
Gündelik Sefalet Çarkı[4]
Kültür ve estetikle başlamıştık. Onunla bitirelim. Bakır Çağlar bize bir Kafka öyküsü üzerinden hukuk sarayının kapısının insanlar için yapıldığını ancak insanların buraya giremediğini ifade eder. Bize, hukuk estetiğini yaşamayanların, ihmal edilenler, mağdurlar olduğunu söyler. Çok güzel bir tanımlama ile; “İnsan haklarının yeni ideolojisinin formülü, mağdurların, hukuka ulaşmasını, hukuk barınağına girebilmelerini sağlama, hukuk tüketicilerini de hukuk üreticisi yapma, hukukun üretilmesine katılmalarını sağlama formülüdür,” der.[5], [6]
[1] “Türk Yargı Kültürü ve Hukuk Estetiği”, Türkiye’de Hukuku Yeniden Düşünmek, İletişim Yayınları, 2015
[2] Çeşitli hukuk okullarının, hukuki değer tanımlarıyla ilgili bkz.: Prof.Dr.Yener Ünver; Ceza Hukukuyla Korunması Amaçlanan Hukuki Değer, Seçkin Yayıncılık, 2003, s. 67-68. Konumuz açısından ışık tutucu mahiyette sadece iki görüşe değinmekle yetineceğiz. Pozitivist ve Marksist yaklaşımlar. İlkine göre; hukuki değer kanunla doğar. Bir diğer deyişle gücü elinde bulunduranların çıkarlarını “norm” haline dönüştürme aracıdır kanun. Oysa ikinci görüşe göre, kanun, hukuki değeri açıklamakta yetersizdir. Örneğin sosyalist ceza hukukunca korunan hukuki değer, “bireyin gelişimine hizmet eden sosyalist toplum ilişkileri”dir. Bkz. Yener Ünver, age., s.95. Tarihin geldiği aşama itibariyle hukuki değer üreten ve ulus devletlerin egemenlik haklarını sınırlayan başka bir alan da “İnsan Hak ve Özgürlükleri” alanıdır. İnsan hakları, kişi onurunu ve kişiyi koruyan haklardır. Yener Ünver, age.s.925
[3] Anayasa Mahkemesi’nin 2014/36 esas sayılı, 2015/51 karar sayılı, 27.5.2015 tarihli kararı. Oysa iptale konu hüküm imam nikâhı yapılmasını yasaklayan, medeni nikâh olmadan imam nikâhı yapılmasını yasaklayan sembolik bir hükümdü. Bir diğer deyişle önce medeni nikâh yapmaya yönlendirmek suretiyle kadının haklarını koruma altına alan hükümlerden biriydi. Anayasa Mahkemesi kararında ilginç bir şekilde özgürlüklerin kısıtlanmasına ilişkin kurallar belirtiliyor, ancak Türk toplumunda kadının sadece imam nikâhı yapılması suretiyle maruz kaldığı sıkıntılara ve normun koruduğu “hukuki değer”e ilişkin hiçbir değerlendirme bulunmuyor. Bu değerler arasında “çocuğun hakkı”nın korunması ve hakkın ispatı sorunu da var… Muhafazakâr zihniyetin, işine geldiği yerde “hak ve özgürlükler” söylemini nasıl kullandığına ilişkin de olumsuz anlamda örnek bir karardır.
[4] Bu çarkı, gündelik hukuk sorunlarından önemli gördüklerimi belirtmek suretiyle hazırladım.
[5] Bu yazı, anılan yazımın kısaltılmış halidir. 4 yıl önce yayımlanmış olsa da yazının tespit ettiği hususlar açısından eskimediği kanaatindeyim.
[6] Prof.Dr.Bakır Çağlar, Bir Anayasacının Seyir Defteri, Su Yayınları, 2000, s.13