TEKNOLOJİ TOPLUMLARI ve AVUKATLIK MESLEĞİ

Sevgili meslekdaşım, hiç kendinizi karşılaştığınız hukuki süreçlerde, muhakeme hukukunun sayısız normları arasında çaresiz hissettiğiniz oldu mu? Bir insani değeri savunurken, korkunç bir adli hata yapıldığını anlatmaya çalışırken size çok şekli bir cevap verildiğinde kahroldunuz mu?

Kategoriler:
Share

Sevgili meslekdaşım, hiç kendinizi karşılaştığınız hukuki süreçlerde, muhakeme hukukunun sayısız normları arasında çaresiz hissettiğiniz oldu mu? Bir insani değeri savunurken, korkunç bir adli hata yapıldığını anlatmaya çalışırken size çok şekli bir cevap verildiğinde kahroldunuz mu? Yargıçların, savcıların, avukatların görevlerini yaparken sadece kanun madde numaraları ile konuşmalarını duyduğunuzda üstelik bu hukuk aktörlerinin “numaralı” analizlerine “uzmanlık süsü” verdiğinde, aslında suç veya haksız fiil denen insani bir olay konuşulmasına, tartışılmasına rağmen bir oyun oynandığı hissine kapıldınız mı hiç? Bir hukukçu olarak yargının artık gerçek adalet yerine şekli adaletle uğraştığını görüp huzursuz oldunuz mu? Oluyor musunuz? Cevabınızı tebessüm ederek veriyorsanız bu süreci birlikte anlamaya çalışalım. Yok, böyle bir hisse kapılmadınız ise siz çok şanslı bir azınlık içindesiniz; varın öyle yaşamaya devam edin. Bu yazının size bir faydası olmayacaktır.

Konu İçin Bir Bakış Çerçevesi

Ne zaman teknoloji veya teknik sözcüklerini duysak aklımıza doğrudan makineler gelir. Bunun nedeni makinelerin tekniğin en aşikar en göze çarpan, en etkileyici örneği olmasındandır. İlkel dönemi ihmal edersek tekniğin kesinlikle makineyle birlikte başladığını söyleyebiliriz. Çünkü makine teknik olgunun kökeni ve merkezinde bulunmaktadır. Ancak sonraki süreçte teknik makineden bağımsızlaşmış, hatta makine tekniğe tabi olmuştur. Bugün makine tekniğin sadece küçük bir parçasını temsil etmektedir. Makinenin merkezinde olduğu toplumlara sanayi toplumu denilmiştir.

Tekniğin makine tarafından temsil edildiği sanayi toplumlarıyla, “tekniğin tüm topluma yayıldığı toplumlar” farklı toplumlardır. İlkinde makine ve insan bir arada var olma çelişkisini yaşamışlar ve birbirlerine karşı dışsal konumu muhafaza etmişlerdir, ikincisinde ise teknik topluma içselleşmiştir. İlkinde “makine” toplumun merkezinde yer alır ikincisinde ise “teknik”…
Bütün topluma yayılmasıyla teknik, insana dışsal bir konumdan içsel konuma geçer. Artık bu yeni toplumun bizatihi kendisi teknik olarak örgütlenmiştir: Teknolojik toplum… Burada teknoloji artık gündelik dilde kullandığımız gibi salt makineye ait bir sıfat değildir. Sanayi toplum tipinden bir başka toplum tipine sıçramayı ifade eder. Bu sürece tekniğin kendi içinde yaşadığı bir başka devrim de eşlik eder: Bilişim devrimi

Aslında modern toplumların ilk aşamasından itibaren “teknik” toplumsal örgütlenmenin içinde yer alır. Modern toplumların kendisi zaten “teknik” toplumlardır. Ancak “teknik”in, sadece insanın “üretim” sürecini değil tüm toplumsal faaliyetleri, ilişkileri ele geçirip içselleşmesi zamanla, giderek artan oranlarda yayılarak ortaya çıkmıştır.

Avukatlık, hukuk ve yargıdaki değişimleri ancak bu boyutları düşünme sürecine katarak anlayabiliriz. Avukat artık tekniğin insana/topluma içselleştiği bir üst aşamada yaşamaktadır. Avukatın, yetişmesinden faaliyetlerini icra ederken muhatap olacağı diğer hukuk süjelerine, süreçlerine kadar; hasılı içinde yaşadığı hukuki alanın her boyutunda ve her aşamada teknikle karşılaşması, yaptığın faaliyetin “teknik bir işe dönüşmesi” ve bu gelişmenin karşısında duramaması bundandır.

Teknik İşlem, Teknik Olgu 

Sosyolog Marcel Mauss’a göre teknik; fiziksel, kimyasal, organik vb. bilinen bir amaca ulaşmak için bir araya gelen hareketler grubudur3. Mutlaka ekonomik karakter taşıması gerekmez. Başlangıçta gelenek olarak doğan teknik, bugün özerkleşmiş ve kendi yasalarına uymayan herşeyi yok eden bir toplumsal güce dönüşmüştür. Her şeyi kendine tabi kılmıştır artık. Teknik başlangıçta “teknik bir araç”tan ibaretten bugün için araç, toplumu ele geçirmiştir. Bulunduğumuz aşamada araç amacı belirler hale gelmiştir.

Teknik işlem belirli bir sonucu elde etmek amacıyla belirli bir yöntem uyarınca gerçekleştirilen her işlemi kapsar. Bununla birlikte teknik eylemi karakterize eden dinamiğin daha fazla etkinlik/verimlilik arayışı olduğunu söyleyebiliriz4.
Bilincin ve aklın teknik işleme müdahalesine “teknik olgu” diyor Ellul. Böylece insan “her alanda en iyi olan bir araç bulma arayışına” girer. Bu araç teknik araçtır. Araçları bulma süreci belirli hesaplama, muhakeme işlemleri gerektirdiği için “uzmanlara” ihtiyaç duyarız.

Teknik çeşitlenir. Organizasyon tekniği; devlete, idareye, polise vb. sivil ve kamusal alana yayılır. Ekonomik teknik; üretime yönelik işgücünün organizasyonundan, ekonomik planlamaya kadar uzanır. İnsani teknik; tıptan genetiğe, propagandaya kadar çeşitli biçimler alır. Pedagoji teknikleri, mesleki rehberlik vb.5
Tıraş olma eyleminden Normandiya’ya çıkartma yapmaya kadar ya da toplama kamplarında insan yakmaya kadar her toplumsal faaliyet teknik işlem ve teknik olguyu gerektirir. Toplum açısından genel olarak teknik artık bir “organizasyon tekniğidir”.
Bu anlattığımız çerçevede tüm toplum “teknolojik toplum” olarak yeniden örgütlenirken, hukuksal faaliyetlerin de tekniğin eline geçmesinin karşı durulamaz bir süreç haline geleceğini söylemek gereksiz oluyor.

Hukuk ve Teknik

Aslında hukuk daha modern toplumlarda doğarken teknik bir yapı öngörür. Bu teknik yapı normların teknik yapısından başlar. Normlar arasındaki ilişki norm ve müeyyidenin teknik ilişkisinden muhakeme hukukunun teknik yapısına kadar uzanır. Ancak modern toplumlarda hukuk (teknik) hâlâ adaletin hizmetindedir. Adalet amacıyla var olur.

Hukuk tekniği; hukuk anlayışlarının ve kurallarının düzenlenmesini tutarlı bir sisteme dönüştürür. Kohler’e göre ise; hukuk tekniği hukuki kararlar yoluyla gerçekliği bir araçlar çerçevesine oturtmaktan ve bu kararları etkili kılmaktan oluşur. Bu tanıma göre siyasal işlev ile hukuk tekniği birbirini tamamlar6.
İçinde bulunduğumuz post modern dönemde hukukla ilgili tüm yapılar insanlık tarihinin belki de en karmaşık teknik toplumsal organizasyonuna dönüşmüştür. Teknik, hukukun iç yapısından sonra hukukun adaptasyonuna, uygulanmasına, görev alacak aktörlerin fonksiyonlarına kadar bütün süreçleri ele geçirir. Hukuk teknik aygıtının artık bir tek amacı vardır: Hukukun adaletten soyutlanarak saf hukuk olarak uygulanması.

Tekniğin, Toplumu ve Hukuku Ele Geçirme Sürecinin Sonuçları

Teknik bir kere toplumsal örgütlenmenin temeline oturduktan sonra sadece teknik süreçlerin tamamlanmasını hedefleyen bir döngüyü gerektirir. Örneğin, liberal ekonominin ünlü efsanesini hatırlayalım. Piyasa müdahale edilmediği taktirde, bireysel çıkarı peşinde koşan insanların birbirleriyle rasyonel ilişkiler kurmasına imkan verir ve piyasa maksimum toplumsal çıkarı sağlar. Yani ekonomi denilen, bir toplumda yaşayan insanların bizzat verecekleri ortak kararlarla kaynakları adil biçimde paylaşacakları, kendi ihtiyaçlarını karşılayacakları süreçler “insan iradesinden” alınıp, piyasa mekanizması denilen ilahi bir ele bırakılır. Bu piyasa mekanizması toplumdan, insandan bağımsız kendi doğruları olduğu yanılsamasını doğuran ve güya iktisadi dönüşümü sağlayacak teknik bir yapıdır. Tekniğin bağımsız bir toplumsal süreç gibi hareket edebildiği varsayılan önemli bir alandır iktisadi faaliyet.

Paralel bir süreç hukuk alanında da belirir. Başlangıçta “adaleti” gerçekleştirme amacına yönelik hukuk; artık hukuk normlarının sadece norm olarak uygulanmasını sağlamaya dönüşür. Tıpkı, iktisadi alanda olduğu gibi teknik hukuki süreçlerin bağımsız olarak çalışması halinde toplumun hukuki yapısının (düzenin) sağlanacağı varsayılır. Teknik kuralların, “hukukun meşruluğu” diye bir sorunu olmadığı gibi “toplumsal değerlerle” de bir ilgisi yoktur artık.
Tekniğin egemen olduğu teknoloji toplumlarında, hukuk gittikçe adaleti gerçekleştirme amacından “yasaların uygulanması” veya “teknik hukuk süreçlerinin tamamlanması” aşamasına evrilir. Tek bir hedef vardır; “düzenin sağlanması ve korunması”. Her hukuki usul müessesi aslında ince teknik süreçlerdir. Artık bu süreçler ön plandadır. İnsan ve değer hukuki süreçlerin arkasına düşer. İnsana ait her adli olay “teknik bir dosya adı”ndan ibarettir. Hukuk süjeleri karşılaştıkları bu teknik süreçte kendilerine verilen rolü oynarlar. Aslında bir değeri korumaktan ziyade, teknik bazı işlemleri tamamlarlar. Ya da böyle bir noktaya doğru zorlanırlar.

Hukuk tamamen teknikleştirildiği ölçüde daha fazla etkinlik kazanır. Artık düzen ve güvenlik amacı adalet amacının yerini almıştır. Yeni bir toplumsal ilke sinsice hayatımızı ele geçirmiştir. Düzensiz bir toplumda yaşamaktansa adaletsiz bir toplumda yaşamak kabul edilebilir bir şeydir. Böylece adaleti tecelli ettirmek için yola çıkan hukuk adaletten ayrılır. Adalete yabancılaşır. Hukukun ve yargı alanının teknikleşmesi bizi aynı zamanda güvenlik hukukuna, polis devletine de götürür. Bu konunun bir başka tartışma boyutudur.

Muhakeme Süjelerinin Dönüşümü

Modern toplumların ilk evresinde, merkezinde insanın olduğu yeni bir toplum kurduklarının bilincinde olan hatta kendilerini bu sürecin önemli aktörleri olarak niteleyen, avukat, savcı, yargıç gibi hukuk aktörleri, doğal olarak, tekniğin tüm insani faaliyetleri ele geçirdiği toplumlarda bu rolü terk edeceklerdir. Bu hukuk aktörleri sadece “teknik hukuki süreçler”i sağlamaya yönelik teknisyenler olmaya zorlanacaklardır7. Hukuk süreçlerinde görev alacak kişiler ise artık hukuk teknisyeni, olmak zorundadır. Doğal olarak, hukuk teknisyenleri, kanun numaralarını, maddelerini ezberleyerek, hukuk tekniği kaosu içinde müvekkillerine teknik bir yol açarak uzman da olacaklardır.

Hukuk teknisyenine dönüşecek avukatın içinde yaşayacağı mesleki süreçler; avukatlık faaliyeti, avukatlık büroları, avukatın bir hukuki ihtilafa hazırlanması, bir hukuki sorunun çözülmesi, tüm yargı mekanizması teknik süreçlere tabi olacaktır. Bunu savunma ve hak arama faaliyetinin ve aktörlerinin kül halinde teknikleşmesi olarak özetleyebiliriz.

Peki karmaşıklaşan toplumsal yapıların teknikleşme sürecine karşı mı çıkmak gerekiyor? O zaman gelişen toplumlarının karmaşık hukuki ihtiyacı nasıl karşılanacaktır? Hukukun, topluma yabancılaşmasının nedeni bu teknikleşme süreci ise, toplumsal değerden giderek uzaklaşan bu süreçlerle nasıl mücadele edilecektir? Hukuk, adalet ve yargı sisteminin insanileşmesi mümkün müdür?; mümkünse nasıl sağlanacaktır?

İki Boyutlu Kavrama Çabası

Hukukun karşılaştığı teknolojik devrimin olumlu ve olumsuz iki dinamiği aynı anda içinde barındırdığını ve bu dinamiklerin yaşanan dönüşümlerle daha da belirginleştiğini söylemek sanırım yanıltıcı olmayacaktır8.
1980’lerde neo-liberal söylemleri, neo-taylorist yöntemlerin sanayi faaliyeti dışında kalan toplumsal alanlara müdahale etmesi izlemişti. Özetle en küçük iş parçasının en küçük zaman aralığında yapılması olarak tanımlayacağımız bu yöntem aslında tekniğin toplumu tamamıyla ele geçirmesinde son aşamayı temsil etmektedir. Bu yöntem öncelikle banka, sigorta vb hizmet alanlarına uygulanmıştır. Buna bağlı olarak “en küçük alanlardaki işleri en kısa zamanda yapacak” uzmanlara olan ihtiyaç doğmuştur. Bu alanlarda çalışan insanlar gittikçe bir bütünün çok küçük parçalarını yapan bütünü görme, değerlendirme imkanı asla olmayan “teknisyenlere” dönüşmüşlerdir. Tıpkı “atom bombasını atan uçağın pilotunun” attığı “yükün” mahiyetini bilmemesi gibi. O sadece uçağı kullanma, hedefe doğru götürme ve “yükünü” atmakla görevliydi. Döndüğünde görevini rahatlıkla yapmış olmanın huzurunu duyması önünde hiçbir engel yoktu. Teknik işin sonuçlarını ise işini yaparken değil belki yıllar sonra Nagazaki ve Hiroşima haberlerinin yer aldığı gazetelerden görebilecekti. Ama artık insan olarak “şaşkın şaşkın bakma dışında” yaptığı teknik işe ne müdahale imkanı vardı ne de bunu değerlendirme gücü…

Neo-taylorist yöntemlerin sanayi dışındaki toplumsal alanlara girmesine imkan veren şey bilgisayardır. Bilgisayar basit bir makine olmaktan ziyade bizzat içinde yaşadığımız teknolojik devrimin; birinci sanayi devriminin “makinesi”nden çok farklı bir enstrümanıdır. Sanayi devrimindeki makine insan kolunun yaptığı işlevi yerine getirirdi; bilgisayar ise insan beyninin… 
İşte bilgisayarın ve bilgisayarlar arasındaki ağın (network) belirlediği bu teknolojik devrim “insana” paradoks gibi gözüken iki farklı imkan sunar. Biri toplumun “teknolojik toplum” sürecinde derinleşmesi ve toplumsal faaliyetleri teknik süreçler haline dönüşerek insana yabancılaşması ve insanı gerçeklikten kopartması ki, bu imkan otoriter toplum anlayışına hizmet eder. Diğeri ise teknolojik süreçleri “insan olma”nın parçası haline getirme ki bu da demokratik toplum anlayışını besler. İlkine yeteri kadar değindim peki teknolojik süreçler nasıl olur da yol açtığı bir sonuçtan başka bir hedefe evrilebilir?

Teknolojik Devriminin İnsani İmkanları

19.yüzyılın sonundan itibaren tekniğin bilimselleştirilmesi ile birlikte bilim ve teknik üretici güçler bileşeninde ilk sıraya yerleşir9. Bir diğer deyişle üretici güç olarak insan, bilim ve tekniğin altına düşer. Yukarıda belirttiğimiz yabancılaşma ve insan dışılaşma, gerçekten kopma gibi sonuçların asli nedeni budur. Bu nedenle sorunun düzeltilmesi, üretici güç olarak insanı tekniğin efendisi yapmaktan geçmektedir. Bu nedenle muhalif, demokratik yaklaşımın hedefi teknolojik devrimi insanın hizmetine sokmak olmalıdır. Bu mücadele tekniğin, bilgisayarın insana sunduğu potansiyeli keşfetmekle başlar.

Bilgisayar aynı zamanda insana çok ciddi bir zaman bırakarak insani faaliyetler yapabilmesinin önünü açtığı gibi insanlığın bütün ortak bilgi hazinesini de “insanın emrine” tahsis eder. İnsan ilk defa kendi muhakeme gücünü, doğru ve gerçek bilgi dağarcığını geliştirmek için çok ciddi ve dolaysız bir araca sahiptir. Antik dönemde vatandaşlar arasında doğrudan demokrasinin gerçekleştiği küçük site agorasının büyük ölçekte gerçekleşmesinin de önü açılır. Artık toplumsal faaliyet planlamasının daha ayrıntılı yapılmasını sağlayarak insanlara insanca yaşayacak zamanı yaratabilmek mümkün hale gelmiştir10.

Ancak hemen belirtmek gerekir ki tekniğin “rengi” yoktur. Tekniğe anlamını verecek olan; bakış açısı, dünyayı kavramaya yarayan tahayyül dünyası yani “ideolojidir”. Tekniğe iktidarın, mevcut toplumsal yapıların sürdürülmesinin aracı olarak egemen ideolojik söylem içinde bakabileceğimiz gibi, insanlığa sunduğu imkanlar açısından muhalif bir ideolojik söylem içinden de bakabiliriz. Bir diğer deyişle, tekniğe anlamını “politik mücadele” verir.

Farklı bir bakış açısıyla teknolojik devrimin, hukuk teknisyenine dönüşmekte olan avukata tüm bilgi kaynaklarını sunarak uzmanlığın ciddi bir gerekçesini ortadan kaldırabileceğini gösterebiliriz. Post modern dünyanın toplumsal değerden uzaklaştırdığı insana, tekniğin üretici güç olarak verdiği rolü yeniden tanımlayabiliriz. Avukatın “bütünü” yeniden görebileceği, yaptığı işin toplumsal anlamını yeniden düşünebileceği pratikler yaratabiliriz. Avukatlar başta doktorlar olmak üzere diğer serbest meslek sahipleriyle beraber yapılan işlerin teknik hukuki/sağlık boyutuyla adalet/değer arasındaki ilişkiyi yeniden kurabilme imkanının tartışmakla başlayabilirler işe… Hukuka, avukatlık mesleğine “tekniğin” sunduğu yeni imkanları düşünerek ama tekniğin piyasa düzeni/en fazla kar elde etme^ye endeksli işlevi karşısında muhalif bir düşünce, demokratik hukuk toplumu temeli için çok farklı eylem planları yaratabilirler. Söylenmelidir ki bu, avukatın veya hukukçunun meslekçi zihniyetle11 başarabileceğini bir mücadele değildir.

Teknoloji toplumlarının yukarıda değindiğimiz bu insani imkanının, teknikleşme sürecine maruz kalan tüm kesimlerin, özellikle ezilen, yönetilen; kendi kaderine sahip çıkma arzusu duyacak insanların müşterek mücadelesiyle gerçekleştirilebileceğini de unutmamak gerekir.

Ocak 2004


  1. Ankara Barosu’nun 2004 Hukuk Kurultayı’nda 8.1.2004 Tarihinde, başkanı olduğum “Avukatlık Mesleğinde Teknolojik Gelişmenin Yeri” başlıklı oturumda yaptığım konuşmaların geliştirilmiş, gözden geçirilmiş halidir.
  2. Avukat, İstanbul Barosu
  3. Jacques Ellul, Teknoloji Toplumu. Bakış Yayınları,  sy.23
  4. Jacques Ellul, age, s.29
  5. Jacques Ellul, age, s.31
  6. Jacques Ellul, age, s.307
  7. Haluk İnanıcı, Küreselleşmenin Avukat Tipi ya da Siz Kimsiniz?, 2003, Günışığı Dergisi, s.1
  8. Haluk İnanıcı, “Avukatlık Mesleğinde İhtisaslaşma ve Şirketleşme”, Antalya Sempozyum kitabı, 1995, İstanbul Barosu Yayınları
  9. Jürgen Habermas, İdeoloji Olarak Teknik ve Bilim, YKB Yayınları, sy. 49
  10. Andre Gorz,  Cennetin Yolları, Afa Yayınları, sy.75
  11. Haluk İnanıcı, “Lonca-Devlet Sırrından Avukatın Meslek Sırrına ‘Meslekçi Zihniyet’in Eleştirisi”, Açık Sayfa Dergisi, 2003, 50.sayı