O ışıltılı şehirlerin ortaya kolay çıkmadığını biliyorum elbette. Bir yanda, yüzlerce yıl onca savaşa, katliama, kıyıma, din zulmüne, dinler savaşına, yaygın salgın hastalıklara, Engizisyon felaketine, son asırda yaşanan iki dünya savaşının yıkıcılığına, emperyalist politikalarının insan dışı sonuçlarına, zenginliğinin ırkçılığa, sömürüye dayanmasına karşın diğer yanda milliyetçilikten arınmış insan temelli bir kültür etrafında bir araya gelmeyi başarmış, uygarlığa en yüksek fikri ürünleri sunmuş Avrupa… Bu yorgun, yaşlı haliyle bile dünyaya ışık tutmaya devam ediyor hâlâ.
Kuzeyin Venedik’i mi?
Bu yılki seyahatimiz için gezi rotalarında çok fazla yer almayan Hamburg’u seçiyoruz. Şu çocukların bayıldığı hamburgere adını veren; kanallarıyla Kuzeyin Venedik’i unvanına aday Hamburg. Brahms’ın, Türk Yönetmen Fatih Akın’ın doğduğu şehir.
Kolay olandan başlayayım. Bu soğuk, sakin ve zengin şehrin Kuzeyin Venedik’i unvanı alması biraz zor. Bu konuda Brugge ve Amsterdam puan olarak fark atar. Bence Kuzeyin Venedik’i unvanı Brugge şehrine ait. Okyanusa neredeyse bitişik, Orta Çağ atmosferini hala muhafaza eden Brugge; fantastik kilise kuleleri, evlere dayanan dar kanallarıyla ama her şeyden önce kış soğuğunun içindeki sıcaklığıyla Kuzeyin Venedik’i yarışında tartışmasız birinci sırada… Noel ayında tıpkı “Polar Express” filminde olduğu gibi sokaklarına yerleştirilmiş hoparlörlerden yayılarak ışıltılı Noel akşamlarına katılan, yumuşak müziğiyle insanı ele geçiren şarkılı bir şehir Brugge…
Hamburg belki puan olarak Rotterdam’ı geçer biraz. 2.Dünya Savaşı’ndan sonra yeniden inşa edilen Rotterdam çok güzel ve modern fakat yeni bir şehir… Rotterdam’ı insanlığa Erasmus gibi dahi bir yazarı hediye etmesi nedeniyle önemsiyorum. Kanalları sakin şehir yaşantısının arasına yayılmış.
Seks, uyuşturucu merkezi Amsterdam, su kanalları şehrin ve yaşamın içinde canlı biçimde yer alsa da kozmopolit ve kalabalık bir şehir… Brugge’un sıcaklığını vermemişti bize. Yanlış anlama olmasın, yine de mutlaka görülmesi gereken şehirler listesinde Amsterdam. Spinoza’nın, Rembrandt’ın, Vermeer’in, Van Gogh’un yaşadığı Amsterdam.
Brahms ve Fatih Akın
Brahms deyince “Brahms’ı Sever misiniz?” adıyla Carl Sagan’ın romanından uyarlanan film geliyor aklıma. Ingrid Bergman ve Antohny Perkins’in, Yves Montand’ın başrollerini paylaştığı film. Unutmuştum. Hamburg gezimiz sırasında aklıma gelince yeniden seyrettim hatırlamak için. Filmi Brahms’ın 3.senfonisi süslüyor. 1
Brahms deyince aklımda yer etmiş melodilerden Macar Dansları’nı2 , 3.Senfoni’yi dinliyorum. Bestecinin kimlik kartını oluşturan parçalar neredeyse. Muhtemelen herkes aşinadır bu parçalara. Yeniden dinlediğim müziği bende tıpkı Hamburg gibi oturmuş, sakin kendinden emin bir his uyandırdı.
Fatih Akın’ı ise Hamburg’ta doğmuş Türk kökenli yönetmen kimliği ile tanıyoruz. Seyrettiğim iki filminden edindiğim izlenim ise gerçeğin sert acımasız yüzünü sinematografik biçimde gösterme başarısıydı. Hamburglular Fatih Akın’a Alman kimliği ile sahip çıkıyor. Şehrin tanınmış simaları arasında gösteriliyor. Bir porno sanatçısına sinemada önemli bir rol vererek yerleşik kalıpları yıkmasıyla hoşuma giden bu yönetmeni sevdiğimi anlıyorum yeniden.
Hamburg
Hamburg, Elbe Nehri kenarında kurulu, kanal kıyısındaki büyük doklarıyla, modern büyük binalarıyla farklı bir havaya sahip. Liman şehri diye biliyorduk ama denizden onlarca kilometre içeride olduğunu, Elbe Nehri’nin genişliğini görünce tam olarak idrak edebildik.
Karşımıza zaman zaman çıkan kanallar tam olarak hayatın içinde değil. Alster Kaden Meydanı gibi Venedik’in ünlü San Marco Meydanı’na öykünmeler var. Şehrin en güzel yeri Alster gölü. Temizliğine ve sükûnetine hayret ediyor insan. Kenarında ve içeriye doğru kıvrılan girintilerinde dizili görkemli villalarıyla Hamburg’un zenginliğini gözler önüne seriyor.
Soğuk ama diğer Alman şehirleri gibi disiplinli, intizamlı bir şehir. Hizmet kalitesi çok iyi, turistik yerlerde bile bindirilmiş fiyatlar yok. Kenarlarına küçük kasabaların dizildiği Elbe Nehri düzenli motor seferleriyle şehir merkeziyle birleştirilmiş. Turu yaparken geniş nehir kenarına dizilmiş doklara yanaşmış, büyük havuzlara çekilmiş gemileri, bazı bölgelerde gece gündüz yükleme-boşaltma yapıldığını görünce, insan bir an şaşırıyor nehirde miyim, denizde mi diye…
Gelmeden önce edindiğim bilgilerle 6 rota saptıyorum şehri gezmek için: Rathaus (Belediye) ve çevresi, Hafencity ve çevresi, Altona-St.Pauli çevresi, Kompozitörler Sokağı, Elbe Nehri, Alster göl turu.
Rathaus
Belediye binası görülesi bir ihtişam barındırıyor. Halen aynı görevi yerine getiren bina yüzyıl başında ve hasar gördüğü 2.Dünya Savaşı’ndan sonra restore edilmiş. Büyük ticaret ve liman şehri Hamburg’un zenginliğini yansıtıyor. Meclis salonu, kule tabanındaki oval tavanlı salon, toplantı salonları, avizeleri, deri üzerine işlenmiş gümüş, altın bezemeler, özel mermerler, büstler, tablolar insanı gösterişli bir dünyanın içine çekiyor.
Bismarck’ın heykeli ile karşılaşınca onun Alman prenslerini nasıl birleştirerek Alman Devleti’nin temelini attığını, II.Wilhelm ile karşılaşınca, Sultanahmet Meydanı’ndaki anıtsal çeşmeyi İstanbul’u ziyareti anısına bu imparatorun yaptırdığını, Moltke büstünü görünce bir dönem Alman genel kurmay başkanlığı görevini yapan bu generalin, ziyaret ettiği Osmanlı’nın ordusunda görev almasından ve bu sırada kaleme aldığı gözlemlerinin yer aldığı Türkiye Mektupları’ndan bahsediyorum Deniz’e.
Rathaus’un bir iki fotoğrafını buraya koymakla yetiniyorum.
Rathaus’tan çıkınca 50 metre mesafede Café Paris’e geçiyoruz. Yüz yıl öncesinin Paris kafelerini hatırlatıyor. Sonra Deniz’in karnım açıktı demesi üzerine dijital haritaya işaretlediğim en güzel hamburgercilerden birinin kapısını çalıyoruz.
Dolu lokantada şansımıza köşede bir yer buluyoruz. Bira eşliğinde yediğimiz hamburgerler gerçekten unutulmayacak bir tat bırakıyor damağımızda. Bu şekilde on civarında hamburgerci şehrin çeşitli noktalarına dağılmış durumda.3 Kendinize çizeceğiniz güzergâhlarda bunlardan birine rastlamanız ve hamburger keyfi yapmanız mümkün.
Hafencity
Bu mahalle şehrin eski limanına ait dok yapılarını yer aldığı kanallar etrafında kurulmuş bir bölge. Büyük kırmızı binaları sevdiğimi söyleyemem. Binalara yeni işlev vererek şehir yaşantısı içine katmışlar. Bazı büyük şirket merkezlerine ait levhaları görüyorum. Hamburg şehrinin büyük Müzikholü Elbphilharmonie burada, uç kısımda yer alıyor. Ziyaret tarihimize uygun bir konser bulamıyoruz. Öğle yemeğimizi burada küçük fakat şık bir lokantada yiyoruz. Aşçının marifetleri bizi şaşırtıyor.
Miniatur-Wunderland ise çocukların mutlaka görmesi gereken yerlerden. Almanya’nın ve dünyanın bir çok şehrinin maketleri yapılmış. Havaalanının maketi en çok ilgi çekenlerinden… Uçaklar iniyor, kalkıyor. Her makette onlarca tren görülüyor. Kimi istasyonlarda bekliyor. Kimi hareket ediyor. Duruyor sonra yeniden hareket ediyor. Trenler birbirleri altından, üstünden geçerek sabit yapılara, maket şehirlere canlılık getiriyorlar. Deniz çok etkileniyor. Bir yerden diğer yere koşturup duruyor. Işıkların karararak geceye geçilmesi, bazı renkli ışıkların yanıp sönmesi ise maketlerin ışıltılı görüntülerinde canlılığa yol açıyor.
St Pauli
Mahalle seks bölgesi. Bazılarına kadınların girmesi yasak olan kırmızı sokaklarla çevrelenmiş. Böylesine büyük, zengin ve özgür bir şehre yakışıyor mu bilmiyorum? Belki de herşeyin alınıp satılabildiği kapitalizmin gerçeğini yansıtıyor… Muhalif hayatın yer aldığı sokaklar da bu bölgenin farklı bir köşesinde bulunuyor. Duvarların resimlerle, grafitilerle süslendiği ayrı bir köşesi, zenginliği şehrin. Mahallenin biraz altında pazar sabahlarının dolup taştığı Fischmarket bulunuyor. Biz gezerken özel bir Noel pazarına rastlıyoruz. Fischmarket’e giderken şehrin önemli Protestan kiliselerinden birini ziyaret ediyoruz. Martin Luther’in heykeli giriş kapısının sağında duruyor. Aklıma Luther’in Erasmus’a olan sitemi geliyor.
Bu yaz okumuştum. Luther, Katolik din görevlisi ünlü “Deliliğe Övgü” kitabının yazarı Erasmus’a, sizin görüşlerinizi biz savunuyor, mücadele ediyoruz ama siz sırça köşkünüzde oturuyorsunuz, anlamına gelen ifadelerle sesleniyordu… Protestanların Flaman bölgesinde yaptıkları zulmü bölgeyi gezerken öğrendiğimde de aklıma Lüther gelmişti. İnsan nasıl da mücadele ettiği şeye benziyor hemen. Acımasız rakibine karşı savaşırken bir süre sonra o da zalimleşebiliyor. Tarih bu tür olayların örnekleriyle dolu. İşte o Martin Luther’in, Saint Michel Kilisesi giriş kapısının solundaki heykeli önünde bunlar geliyor aklıma.
Brahms Müzesi
Peterstrase büyük Alman kompozitörlere ayrılmış özel bir sokak. Kırmızı tuğlalarla, örülmüş kuzeye özgü evlerin bulunduğu özel bir semt. Brahms’ın Hamburglu olduğunu gelmeden önce öğrenmiş, Müzesi’ni gezmeyi de planlamıştık. Müzeye girdiğimizde karşımıza diğer Alman müzisyenler, Bach, Shcumann, Mayer, Tellemann da çıkıyor.
Hem hayatlarını okuyoruz hem de kulaklıklarla onlara ait müzik eserlerini dinliyoruz. İki saatten fazla zaman geçiriyoruz müzede. Binalardan biri Brahms ve Schuman’a ayrılmış. Brahms’ın oturduğu eve ve kendisine ait fotoğrafları, bazı eşyalar yer alıyor müzenin bu bölümünde. Üst kat Schumanlara ayrılmış. Clara Schumann’ı fazla tanımıyorum. Onunla ilgili notları okuyup döneminin önde gelen piyanist ve bestecilerinden biri olduğunu öğreniyorum. Döndüğümde bu yazıyı yazarken de fonda Clara Schuman’ın piyano konçertosunu dinliyorum. 4
Sokağın sol tarafında yer alan diğer dört bina birleştirilmiş. Bach, Mayer, Teleman ve diğer kompozitörlere ayrılmış. Altı yedi civarında civarında piyano-klavsen var. Bazılarına dokunmak yasak. Bazılarına ise oturup çalmak serbest. Bir ara Deniz’in bir klavsene oturduğunu görüyoruz. Almanların neredeyse milli marşı olan Für Elise’yi çalıyor. Görevli kadın merakla yanına geliyor. Ona büyük müzisyenlerin çıkartmasını hediye ediyor. Bu durum haliyle çok hoşumuza gidiyor.
Yoğun bilgi, müzik bombardımanı karşısında yoruluyoruz. Müzenin kafesinde oturup dinlenme ihtiyacı hissediyoruz.
St. Pauli Piers ve Elbe Turu
St Pauli mahallesinin altında Elbe nehri kenarında yer alan Piers’e gidiyoruz. Çok güzel bir biracı buluyoruz eski taş yapının içinde. Alman birası ve patates kızartmasıyla içimizi serinletiyoruz. Gezide olduğumuz için Deniz’e hamburger ve günde bir kola serbest. Sonra kalkıp elimizdeki notlarda yazılı 3 numaralı iskeleyi arıyoruz. Hemen önümüzdeymiş… Buradan 62 numaralı motora bineceğiz. Hepsi güzel Elbe köyleri olan 6 durakta duruyor tekne. Neumühlen’de inip güzel bir kafede vakit geçiriyoruz. Güzel evlerin önünden bir tur atıyoruz. Sonra yemek yiyeceğimiz, adını bir dostumuzdan aldığımız Fischereihafen köyündeki lokantaya gitmek üzere karşımıza çıkan ilk 62 numaralı motora biniyoruz. Çok güzel bir lokanta ile karşılaşıyoruz. Deniz ürünlerinden ibaret bir akşam yemeği yiyoruz. Garsonlardan biri Hamburg’ta doğmuş fakat Türkçeyi çok iyi konuşan bir Türk kadın. Sohbet etmek istiyor bizimle. Türkiye hakkındaki yorumlarını iletiyor.
4 günlük gezi yetmiyor elbette. Güzel sanatlar müzesini gezmeye vakit bulamıyoruz. Gidemediğimiz mahaller kalıyor arkamızda. Aklımız bir yandan da buraya çok yakın Lucbeck şehrinde. Bir başka geziye bırakıyoruz kalanları.
Hamburg Bilgileri
Hamburg’u gezi planına alacaklar için bir gezginin çok ayrıntılı hazırladığı not kaynağını bilgi olarak sunuyorum. Ayrıca İngilizce ve Fransızca kaynakları da ekliyorum. Dileyen bunları okuyarak gezi rotaları hazırlayabilir kendine.5
25 Kasım 2019
*©Haluk İnanıcı. Tüm fotoğraflar ©Haluk İnanıcı arşivinden alınmıştır. Gerek bu fotoğraflar gerekse yazı tamamen veya kısmen izinsiz kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayımlanamaz, işlenemez vb. davranışlarda bulunulamaz.
- https://www.youtube.com/watch?v=1trE3ms3AGo
- https://www.youtube.com/watch?v=WP-08jWA22o
- Şehrin en iyi hamburgercileri: https://city-breaker.com/hamburger-hambourg/
- https://www.youtube.com/watch?v=sHnYlORpL5Q
- Barış Çelebi, Hamburg Gezilecek Yerler Listesi | En Güzel 20 Yer!
https://gezipgordum.com/hamburg-gezilecek-yerler/
Fransızca okumak isteyenler: https://city-breaker.com/hambourg-incontournables/