“İnsan olarak yaşadığım hayatı anlamak ve ona yazarak müdahale etmek… Yazmamın nedeni budur” diyen Haluk İnanıcı’nın son kitabı “Dinle Lisa”, okuyucuyla buluştu.
İnsan hayatı, geçmiş ve gelecek arasında yolculuktan ibarettir. Bu yolculuğa bilmediğimiz bir zaman ve mekândan dâhil oluruz. İdrak yeteneğine kavuştuğumuz andan itibaren kendi yolculuğumuz üzerine de düşünmeye başlarız. Hem yaşar hem düşünür hem eyleriz. Bu nedenle yaşadığını / yaşananı anlamak için düşünme ve yazma eylemi bir insanın en önemli niteliğidir. Tıpkı hayat maceramız gibi yazmak faaliyeti de bir yolculuktan ibarettir.
Bugün için her şeyi meta haline getiren piyasa, hayatı ve yazma eylemlerini birbirinden sert çizgilerle ayırmaktadır. Yazanlara “yazar” nitelemesi yaparak, roman ve okur arasında bir “tüketici” ilişkisi kurmaya zorlamaktadır. Yazma eylemim öncelikle bu yapıya karşı bir başkaldırıdır. Sadece özel imkânlara sahip insanların okuyabildiği, bilgiye ulaşabildiği dönemlerde bu ayrımların anlamı olabilirdi belki. Ancak, bilginin yaygınlaştığı, elde etmenin kolaylaştığı günümüzde düşünmeye başlayan bir insanın öncelikle bu ayrıma karşı çıkması gerektiğine inanırım. Artık her insanın yaşamın bir evresinde “özel deneyimini” çeşitli yazın türlerine aktarması, yazın türleri yaratması mümkündür. Böylece yaşam ve edebiyat arasındaki yazar-okur dolayımında cereyan eden klasik döngü de kırılabilecektir. Yaşam ve yazın birbirinden ayrılmaz bir bütünlüğe kavuşabilecektir. Belki de bu yüzden “Dinle Lisa”nın kahramanlarından Hüseyin, “yaşadığını mı yazdığını, yazdığını mı yaşadığını” karıştırmaktadır.
Roman ölçütüm
Her insan başlı başına bir dünya olduğuna göre her insanın deneyiminin diğerleri kadar önemli olduğunu kabul edenler için dünyaların dile gelmesi gerçekten çok sesli ve kültürlü bir toplumun doğmasına neden olacak. Yazmamın nedeni budur. İnsan olarak yaşadığım hayatı anlamak ve ona yazarak müdahale etmek…
Roman konusundaki ölçütlerimden biri, Roland Bartes’ten mülhem, “Bir romanın son sayfası bitip arka kapağı kapandığında” romanı okumadan önceki halinizden farklı durumda olup olmadığınızdır. Bir roman okurken başka yazarlardan beklediğim ile romanımı okurken okurdan beklediğim aynı “hal”dir: “Okurda, okuma öncesi ve sonrası fark oluşması.” Eğer bu sonucu elde edebilmişsem amacıma ulaşmış sayarım kendimi. Yazma eylemim bu amaca ulaşmak için tüm yazın türlerinden yararlanarak her romanda kendine özgü bir bütünlüğe kavuşmaya çabalamaktan ibaret.
Yazımın girişinde belirttiğim yolculuk kimileri için çok sert ve haşin geçer. 2010 yılında yayınlanan İlk romanım “Rugan Ayakkabılı Teğmen” ve bu yeni yayınlanan “Dinle Lisa” isimli romanlarım, hayatı çok sert ve acımasız yaşayan kahramanları ama daha ziyade onların ilişkilerini konu alır.
Yakın döneme bir roman içinden bakmak kolay değildir. Yazarların uzak dönemleri seçmeleri belki de bu zorluktan dolayıdır. Özellikle, yenilmiş sol kuşağın mensubu karakterler yaratırken zorluk katlanır. Türk edebiyatının, yenik düşmüş sol kuşağın hayatıyla yeterince ilgisinin olmadığını düşünürüm. Oysa, “dünyayı değiştirmek için yola koyulmuş” insanların yenilgisi ve devam eden hayatları kadar ilginç başka ne olabilir, diye düşünmüşümdür yıllarca.
Yazmak bir yaşama faaliyeti benim için. Yazarken bildiklerimi anlatmıyorum; sadece öğrenmeye devam ediyorum. Yaşantıyı kurgularken, yazarken resmın arkasını görmeye, serüvenlerin ne pahasına ve neyin üzerinde aktığını daha iyi anlıyorum. Yani yazma aynı zamanda bir anlama faaliyeti benim için.
“Dinle Lisa” karakterlerinden Hüseyin’in dediği gibi, sanat dediğimiz algılama evreninin, “Yaşamak zorunda kaldığımız reel hayatın bizi mahkûm ettiği hastalıklı iç dünyalarının esiri olmaktan” kurtulması gerektiğine inanıyorum. Edebiyatta bize başka hayatların, başka “hal”lerin mümkün olduğunu gösteren ‘romantik koridorlara’ ihtiyacımız var. Kalemi eline aldığında romanın nasıl başlayacağını, devam edeceğini bilmediğini söyleyen yazarlardan değilim. Yazmaya başlarken “konu” bellidir ve elimde kaba bir öykü planı bulunur. Romanı tamamladığımda ise, öykü çok değişmiş, derinleşmiş ve zenginleşmiştir. Bana “dokunan” konuları yazarım: Kara Harp Okulu’ndan mezun bir üsteğmenin Kürt olduğu için ordudan atılması ve SPK isimli örgüte katılması ve bir çatışmada sınıf arkadaşı tarafından öldürülmesi bana çok “dokunmuş” tu. Bu kurgudan “Rugan Ayakkabılı Teğmen” isimli romanım doğdu. “Öldürülen genç bir solcu kızın öyküsü ile fahişeliğe zorlanan bir Yahudi genç kızın aşk öyküsünün iç içe geçmesi,” kurgusunun etkisinden uzun süre kurtulamadım. “Dinle Lisa” böyle ortaya çıktı. İsterim ki, bana dokunan okura da dokunsun.