ERDİ GALATA
Aşkın Yedi Menzili, ismiyle müsemma bir roman, yani derdini en başta anlatıyor, tedavisini ise romanın içerisinde kendine yer edinmiş sözcük, cümle kalıbı ve tasvirlerle ortaya koyuyor.
Daha önce Rugan Ayakkabılı Teğmen ve Dinle Lisa adlı romanlarını okurlarıyla buluşturan Haluk İnanıcı, İletişim Yayınları tarafından yayımlanan yeni romanı Aşkın Yedi Menzili’nde dümenini mukaddes bir yolculuğa kırıyor. Her bölümünde yeni bir soluk, deruni bir metin vaat eden roman, sahip olduğu soyut biçimiyle beraber tarihsel kişiliklerin de izini sürüyor.
Aşkın Yedi Menzili’ni incelemek için belli bir sırayı takip etmek daha yerinde olur diye düşünüyorum, zira romanın okuyucu üzerinde verdiği hissiyat bunu gerektiriyor, aslında gerektirmekten ziyade, incelemeyi sıralı bir şekilde yapmak, “romanın hakkını romana teslim etmek” gibi bir düzlemde görevi ifa etmek anlamına geliyor diyebilirim. Bu ifa eylemine romanın adından başlayabilirim…
Aşkın Yedi Menzili, ismiyle müsemma bir roman, yani derdini en başta anlatıyor, tedavisini ise romanın içerisinde kendine yer edinmiş sözcük, cümle kalıbı ve tasvirlerle ortaya koyuyor. Bu tasvirlerin işaret ettiği, izahı sayısal olarak yapılamayacak yoğunluktaki soyut konular, tam da romanın adında verildiği gibi, aşka açılan sayısız kapıyı, sayısız durağı anlatıyor. Aslında anlatıyor demek biraz çiğ kalabilir, anlatmaktan ziyade işaret ediyor, gidilecek yolu gösteriyor ve giden kişiyi özgür bırakıyor.
Her bölümünü farklı bir kişiye tahsis eden roman yedi bölümden oluşuyor. Her bölümde, bölüme adını veren karakterin yolculuğunu okumak bir yana, bölümlerin altbaşlıklarını oluşturan kavramsal isimlerle de kitabın halet-i ruhiyesine dair emareleri görebiliyoruz.
Karakter bakımından her ne kadar zengin bir içeriğe sahip olsa da, romanın ilk mekânı Sehend Kalesi’nin komutanı olan Tebrizli Arif’i, romanın birincil kişisi olarak kabul edebiliriz. Aynı zamanda bu, romanı oluşturan parçaların birbirine sağlıklı bir şekilde eklemlenmesini sağlayacak olan ögelerin başında geliyor.
Tebrizli Arif’in romanda kapladığı alan kendini çok yoğun hissettiriyor, zira soyut ve somut şeklinde iki farklı okumaya açık romanın her iki halinde de Tebrizli Arif başrolü oynuyor. Hem Anadolu’daki karışıklıkların anlatıldığı somut anlatımlarda, hem de aşka ulaşmasını sağlayan soyut olayların merkezinde yer alıyor.
Roman, 13. yüzyılda Anadolu’da geçiyor: Selçuklu hükümdarı Alâeddin Keykubad öldürülmüş, yerine oğlu Gıyaseddin Keyhüsrev geçmiş. Ancak Gıyaseddin’in yönetimde başarısız olmasıyla birlikte Moğollar’ın kuzeyden ve doğudan yaptıkları saldırılar Anadolu’yu savunmasız hale getirmiş, İmam Ali’nin çocukları zor durumda kalmış.
Tam da bu noktada Tebrizli Arif, talebesi Taşbek Baba’yı Anadolu’ya, Baba İlyas’a yardım etsin diye göndermeye karar veriyor. Bu karmaşıklık neticesinde ortaya çıkan karar sonucunda Taşbek Baba ile başlayan yolculuk birçok yola imkân veriyor ve Tebrizli Arif’in de ayaklanmasıyla ucu aşka, sevgiye ve gönül birliğine varan çetrefilli ve derin bir yolculuğa dönüşüyor. Bu açıdan baktığımızda, Tebrizli Arif ve Taşbek Baba’nın zaruri sebepler dolayısıyla bu zorlu yolculuğa çıktığını söyleyebiliriz. Ancak bu somut yolculuklarda dillendirilen şeyler, aslında yolculuğun içe dönük yapıldığını, karmaşaya değil de sadeliğe meyilli ruhların arayışları olduğunu gösteriyor bize.
Sadece Tebrizli Arif ve Taşbek Baba arasındaki saf sevgiyi ve muhabbeti göz önünde bulundurarak bunu söylemek doğru olmaz. Bu noktada, romanın seyrine yaptıkları müdahale ile adlarını mutlaka anmamız gereken Başöğretmen Timothy ve Porine’in yolculuklarına odaklanmamız gerekiyor. Nitekim bu iki karakterin, daha sonra Tebrizli Arif ve Taşbek Baba ile kesişecek yolları, dinler arası diyalog adına fazlasıyla önemli mesajlar vermesi açısından öne çıkıyor. Farklı yol, mücadele, yaşam ve dinler arasında kurulan bu samimi bağ, romanın geçtiği dönemi ve o dönem yaşanan dinî ve siyasi gelişmeleri de hatırlayınca, romanın, salt romandan öte bir anlayış vaat ettiğini gösteriyor.
Buraya kadar anlattığım şeyler romanın daha çok “mücadele” tarafıyla ilintili bölümleriydi, ki bu mücadele adalet arayışından başka bir şeyi amaç edinmiyor. Bu adaleti arama yolculuğunun en büyük uğrak yeri ise, ikinci bölümde apaçık bir şekilde tasvir edilen ve Alâeddin Keykubad’ın eşi Mahperi Sultan’ın sarayında bizleri efsunlu cümlelerle karşı karşıya bırakan bir “aşk”.
Tebrizli Arif’in tebdil-i kıyafetle keşif amacıyla gittiği sarayda Mahperi Sultan’a olan aşkı ve bu aşkın hallerinin ifade ediliş biçimleri, romanın dilinin incelikli bir çalışmanın ürünü olduğunu gösteriyor.
Aşkın Yedi Menzili; edebî zenginliğin had safhada olduğu, adaleti sağlamanın ve aşka ulaşmanın romanı. Tasavvufa, gönül birliğine dair bir kitap. (EG/YY)