Avukatlık Mesleğinin, Baroların Doğuşu
Antik Çağ-Orta Çağ
Haluk İnanıcı
Makale Tanıtım Yazısı
Özet
Avukatlık mesleğinin doğuşuyla ilgili olarak iki görüş ortaya çıkmaktadır. İlki avukatlığın Antik Atina’da logograf kimliğiyle doğduğu, Antik Roma’da advocatus kimliğine büründüğünü tarihi süreç içinde Orta Çağ ve Modern dönemde gelişmesini tamamlayarak bugüne ulaştığını ileri sürmektedir. İkinci görüş ise bu süreklilik tezini kabul etmeyerek avukatlık mesleğinin Orta Çağ’da kentlerin ve uzak mesafe ticaretinin gelişmesine paralel olarak lonca bünyesinde doğduğunu; farklı bir hukuka ve yargı sistemine ihtiyaç duyan burjuva sınıfının gelişimiyle nitelik değiştirerek bu kez serbest bir meslek olarak modern kimliğine kavuştuğunu; devlet (lonca) avukatlığından bağımsız avukatlığa dönüştüğünü, devletle arasına hukuk ara halkasının girdiğini ileri sürmektedir. Bu ikinci görüşü benimseyen yazımız avukatlık mesleğini hayat bulduğu toplumsal değişimlere paralel olarak incelemekte, antik dönemde bir avukatlık mesleğinden bahsedilemeyeceği görüşünü temellendirmeye çalışmaktadır.
Antik Dönem
Antik Atina’da Logografların Doğuşu
Bazı terimler antik çağdaki savunma pratiklerinden kaynaklansa bile, Orta Çağ’da ortaya çıkan avukatlığın bir meslek olarak icrasının; Antik Yunan ve Roma’daki avukatlık mesleğiyle doğrudan bağlantısı olmadığı düşünülür. “Öncelikle, baro tarihini Greklere, Romalılara ve Merovenjlere bağlayan efsaneye son vermemiz gerekir” (Hamelin ve Damien, 1989:25). Bu açıklama; Antik Çağ’da ticaret ve mülkiyet ilişkilerinin karmaşıklaştığı dönemlerde sözleşme akdi, vasiyet, bağış, miras gibi konularda ortaya çıkan hukuk uzmanları gerçeğiyle veya bir vatandaşın suçlandığında savunma hazırlamak için yardımcıya ihtiyaç duyması gerçeğiyle çelişmez. Aksi görüş ise antik dönemde doğan avukatlığın kesintisiz gelişerek Orta Çağ’da yeniden parladığını, Modern Çağ’da da bugünkü anlamına kavuştuğunu ileri sürer.

Antik Yunan’da vatandaş suçlanması halinde halk mahkemesi önünde savunmasını kendi yapardı. Bu savunma esnasında söylevi için yardım aldığı akraba veya dostlarını veya daha sonra ortaya çıkan savunma yazıcılarını veya logografları avukat olarak nitelemek mümkün değildir (Gagliardi, 2022: 316). Logograflar mahkemede söylenecek savunmayı bir söylev haline getirirdi (Hamelin ve Damien, 1989: 25; Erem 1977:1).

Hakikate, gerçeğe ulaşmaktan ziyade davalının başarısı için pratik bir hedef güderlerdi. Antik dönemde retoriğin felsefe okullarında öğretilen önemli bir ders olduğunu bildiğimize göre muhtemelen hitabetin retorik olarak ikna edici gücünü ön plana çıkarıyorlardı. Çünkü antik toplumlarda agorada, ekklesiada (meclis), mahkemede ve hatta hayatın her alanında konuşma-hitabet ön plandaydı. Hitabet polisin yönetiminde söz sahibi olan vatandaşın ayrılmaz parçasıydı. Antik Yunan toplumunda eğitim, siyaset, felsefe, yasa yapma gibi tüm toplumsal pratikler, karar alma süreçleri konuşmaya dayanırdı. İnandırıcı konuşma türü olan ve konuşmayı sistematik hale getiren retorik de bu nedenle, antik demokrasiyle birlikte gelişir. Atina’da Drakon, Solon dönemlerinde de savunma suçlanan kişinin kendisi tarafından yapılırdı. Her iki arkhon, aristokrasi ve halk (demos) arasında uzlaşma sağlanması ve ilkel cezaların kaldırılması yönünde ciddi çalışmalar yaparak adalet anlayışının değişmesini sağlamakla birlikte savunma yardımcılarıyla ilgili doğrudan bir düzenleme yapmamışlardır. Çünkü savunma-konuşma vatandaşın şahsından ayrılamayacak bir işti. Bu iki ünlü site yöneticisinden iki asır sonra; tarihin en ünlü davasında, Sokrates’in yargılanmasında (MÖ 399) ünlü filozofun avukatı yoktur. Savunmasını kendi yapmıştır. Yargılama esnasında hiçbir yardımcısı bulunmamaktadır.

Logograflar bir ücret karşılığında tarafların ezberleyip mahkemeye sunacağı savunma ve suçlama argümanlarını içiren söylevleri hazırlardı. Demosthenes, Aiskhines, Lysias tanınmış logograflardır. En sık kullandıkları yöntem; dava açısından kendi başına önemi olmayan olayların (extra causam) ve argümanların abartılması, mahkeme açısından olumsuz izlenim, ön yargı uyandıracak olgulardan uzaklaşılması, mahkeme üyelerinin psikolojik açıdan etkilenmeye çalışılmasıydı. Böylece yargının konusuyla ilgili olmayan ama amaca ulaşmak açısından elverişli olaylar ve akıl yürütmeler ön plana çıkartılırdı. Kullanılan bir diğer yöntem de karşı tarafın şahsına veya tanıklara saldırı veya başka suçları olduğunun ileri sürülmesiydi (Banfi, 2018:332).
Yine de belirtmek gerekir ki, kabile yapısının güçlü olduğu toplumsal bir yapıda davalar akrabalık ve düşmanlık ilişkileri içinde anlam kazanıyordu. Bir dava açıldığında akrabalar hemen toplanır ve konuyu değerlendirirdi. Davalı etrafında her zaman onu korumak isteyen bir akraba ve arkadaş topluluğunu bulunurdu. Hatta bu topluluk içinden birine davalıdan sonra konuşma hakkı da veriliyordu. Bu kişiye synegore deniliyordu. Zamanla logograg ve synegore arasındaki farkın kalktığı anlaşılmaktadır (Lavency, 1957). Bir synegore bu hizmeti üç kereden fazla veremezdi ve profesyonel bir hizmetten ziyade bir aile-arkadaş yardımı olarak kabul edilirdi.
Avukatlığın Doğuşu: Geç Orta Çağ, 11-13.Yüzyıllar
Orta Çağ’da avukat kelimesine ilk kez Şarlman’ın (748-814) bir meclis kaydında rastlanır. Ancak gerçek avukatlık örgütleri 1327 Philippe de Valois döneminde ortaya çıkar (Hamelin ve Damien, 1989:25). Paris’te avukat teriminin ilk kez 1160 yılında kullanıldığı, ilk meslek örgütü kuruluşunun 13-14.yüzyıllarda gerçekleştiği anlaşılıyor. Elbette avukatlığın gelişimi toplumsal gelişmeyle iç içedir. Bu nedenle Orta Çağ’da avukatlığın doğduğu toplumsal koşulların incelenmesi bu mesleğin anlaşılmasına yardımcı olacaktır.
13.yy kentlerde uzak mesafe ticaretinin geliştiği, yeni servet sahibi sınıfın aristokrasi ve ruhban sınıflarının yanında serpildiği bir dönemi işaret eder. Ancak başlangıçta devrimci bir tavırdan uzak duran tüccarlar sadece aristokratların, kilisenin imtiyazlarından yararlanmak istiyordu (Prenne, 2005: 188; Anderson, 2017: 188). Bunların başında özgürlük talebi geliyordu. Özgürlüğü felsefi bir temelden kaynaklanarak değil, yararlı olduğu için talep ediyorlardı. Yeni doğan burjuva sınıfı özgürlük yanında, geleneksel hukuk, cezanın tayin biçimi, düello hakkı gibi geçmişten gelen uygulamalara karşı çıkarak; ticaret ve endüstrinin gelişmesi için hızlı ve tatmin edici bir hukuk, somut ispat yolları, bilgili yargıçlar talep ediyordu (Prenne, 2005: 64). Hızlı ve etkin bir yargılama için yeni ticaret kanuna ihtiyaç vardı (Prenne, 2000:94). İşte bu yeni zenginler bir araya gelerek “kollektif bir varlık” oluşturdular. Bu yeminli ortaklığa Fransa’da commune (ortak) adı verilmekteydi” (Bloch, 1983: 445).
Modern Çağın Ayak Sesleri
Belirtmek gerekir ki, Fransa’da avukatların meslek birlikleriyle ilgili yazılı arşiv çok zayıftır. III.Henri (1574-1589) IV.Henri (1589-1610) ve XIV.Louis (1643-1715) dönemlerinde avukat loncalarının güçleri artırılmış, bir loncaya kabul edilmeden meslek icra etmek yasaklanmıştır (Payen, 1935: 27; Özkent, 1940: 185-231; Hamelin ve Damien, 1989: 27; Karpik, 1995: 29). Fransa’da 17.yy.’ın ikinci yarısından itibaren lonca avukatlığı asli yapısını sürdürürken eski rejimin yapısına sığmayan bazı gelişmeler belirmeye başlar. 1693 tarihli bir düzenleme ile baro başkanları bâtonnier terimiyle anılır. 1661-1731 kayıtlarından mevcut baro başkanı, eski baro başkanları ve konuyla ilgili milletvekillerinin bir araya gelmesiyle disiplin konferanslarının düzenlendiğini, 1710 yılından itibaren de doktrinsel tartışma toplantılarının yapıldığını görüyoruz. 1672 yılında avukatlık için 2 yıllık bir ön staj süresi getirilir. 1693 yılında avukat listesinin mahkemeye baro başkanı tarafından verilmesi usulü getirilir. Parlamentodaki avukatlar (danışman-milletvekilleri) ile parlamento avukatları (parlamentoda-mahkemede görev yapan avukatlar) arasında ilk kez ayrım yapılır (Hamelin ve Damien, 1989: 62). 18.yüzyılda avukatlık ve milletvekilliği mesleği arasında ayrımın büyüdüğünü, baronun giderek parlamentodan ayrılarak bağımsızlığa doğru ilerlediğini görüyoruz. Ancak disiplin hukukunda kınama cezası verme yetkisi baro başkanının uhdesinde olmasına rağmen avukatın görevini erteleme ya da avukatı görevden alma yetkileri parlamentoda kalmıştır. Baro ve Parlamento arasındaki bu güç mücadelesi Fransız İhtilali’ne kadar sürecektir.

Makalenin tamamını okumak isteyenler için bkz: Toplum ve Bilim Dergisi, 171. Sayı
Avukat, İstanbul Barosu