Aşkın Yedi Menzili’nde emin olduğumuz tek şey var; aslında tek bir yolculuk bu, biz de romanın karakterleri de ustaca örülmüş bir yolculuk ağında ilerliyoruz ve ilerledikçe romanın kurgusuna ve şiirselliğine hayran oluyoruz.
BÜŞRA BAKAN
Çıkılan her yolculuğun insanı değiştirici güce sahip olduğuna inanırım. İletişim Yayınları’ndan çıkan, Aşkın Yedi Menzili’ni elinize aldığınız an sadece ismiyle bile bir yolculuk kitabı olduğunu imleyen bir roman. Aslında bu kitap için “yolculuklar romanı” demek daha doğru, çünkü kitapta herkesin yolculuğu birbirinden farklı. Farklı ama bu farklılık kaderlerinin yer yer benzeştiği, kesiştiği gerçeğini değiştirmiyor… Haluk İnanıcı, üçüncü romanı Aşkın Yedi Menzili’nde, Kutsal Ruh’un izlerini taşıdıklarına inanan bu insanların, kiminin “yeryüzü cenneti” kiminin Erdemliler Kenti dediği; özünde aynı olan ütopyalarını kurmak uğruna katlandıkları zorlukları, vazgeçmek zorunda kaldıklarını ve değişen hayatlarını aktarıyor bizlere.
Roman on üçüncü yüzyılda, bir kale dergâhının piri olan Tebrizli Arif’in Taşbek Baba’yı, Rum Diyarı’ndaki Baba İlyas’ın yardımına göndermesiyle başlıyor. Bu yolculuğun tek bir sebebi var; İmam Ali’nin çocuklarının genç Gıyaseddin’in tahta geçmesiyle kendilerini zor bir durumda bulmaları… Dergâh ehlinin maruz kaldığı zorluklar, ne yazık ki seneler geçtikçe daha da şiddetleniyor. Dergâhlar savaş meydanlarına dönüyor; katliamların, ölümlerin ve acının sonu gelmiyor… Bütün bunları Tebrizli Arif ve Taşbek Baba’nın yüklendikleri görevleri yerine getirmek uğruna sığınacakları Saklı Kilise’ye doğru yola çıkmaları izliyor. Ancak manastıra varmadan, Taşbek Baba’nın yolu aynı Pir’e vurgun Hümeysa’nın konağından, Tebrizli Arif’inki ise başka türlü aşkı tanıdığı Mahperi Sultan’ın sarayından geçiyor.
Okur olarak, biz de manastır günlerinde Porine ve Başöğretmen Timothy ile tanışıyor, İsa’nın çocuklarının gizli kentine giriyoruz. Tebrizli Arif ile Taşbek Baba’nın ilişkisine benzeyen bir bağ Porine ve Timothy’nin arasında da mevcut; onların manastıra sığınmasını kolaylaştıran, diğerlerinin de acıyı paylaşmasını sağlayan… Sular durulup Saklı Kilise’den ayrılma vakti geldiğinde ise herkes kendisinde diğerinden bir parça ile ayrılıyor ordan; Tebrizli Arif Hümeysa’nın konağında, Taşbek kendi dergâhında ve diğerleri de kendi yollarında yine aynı hakikati dillendirmeye devam ediyorlar.
Romanın bölümlere ayrılması ve yazarın her bölüm başında bize hangi tarihe ve hangi menzile gittiğimizi söylemesiyle, biz de hikâyedeki yolculuğa dâhil oluyoruz. Her menzilde yol arkadaşımız değişiyor, kimi zaman Taşbek Baba ile dağlarda yürürken kimi zaman Porine ile birlikte denizin hırçınlığından korkarken buluyoruz kendimizi. Bir bölümden diğerine geçtiğimizde hikâyenin kaldığı yerden devam etmediğini, doğrusal bir zaman akışı olmadığını fark ediyoruz. Araya şiirler giriyor; şiirler, dualar, şiir gibi yaşanan anlar… Hiçbir şey direkt sunulmuyor okura; fısıltılar ile ediniyoruz gerçekleri ya da bir tül perdenin arkasından görüyoruz olanları. Emin olduğumuz tek şey var; aslında tek bir yolculuk bu, biz de romanın karakterleri de ustaca örülmüş bir yolculuk ağında ilerliyoruz ve ilerledikçe romanın kurgusuna ve şiirselliğine hayran oluyoruz. Yazar iç içe geçmiş dünyalarından bihaber kendi hikâyelerini yazdıklarını sanan karakterlerine, farkında olmadıkları o bağlarını ince dokunuşlar ile hissettiriyor; ince, zarif, fakat derin dokunuşlar ile…
Bahsettiklerimiz, her biri birbirine yaşayışları ve ait oldukları yerler açısından yabancı, ama aynı zamanda gönülden aşina olabilen insanlar. Birbirlerini anlamalarının zaman alacağını kabul edebilen bu insanlar, gönüllerini bir sığınak gibi sunabiliyor ve son zamanlarda yabancı olduğumuz, unuttuğumuz bir anlayış tablosu çiziyorlar. Bize de “İsa’nın çocuklarının Ali’nin çocukları için içlenmesini”, “yola çıkmışız bir kez, bizi nereye götürürse kabulümüzdür” diyenlerin katlandıklarını, insanın sadece kalbine güvenip ona sahip çıkışını derin bir “ah!” ile okumak düşüyor. “Arzu etmek ve yazmak kardeştir,” diyen Pir’in sesi yankılanıyor zihnimizde; bir arzu edişin romanı bitirdiğimiz, yolculuğun sonunda anlıyoruz.