Blog

6

Haluk İnanıcı

Zaman zaman iktidarlardan zaman zaman avukat gruplarından avukatlara ya da barolara yönelik olarak duyarız; “Ama siz siyaset yapıyorsunuz, baroyu politize ediyorsunuz” diye. Sanki siyaset yapmak suçmuş, yanlış bir şeymiş gibi! Oysa avukat ve onun mesleki örgütü baroların siyasetle ilişkisi avukat-baro[i] tanımının; avukatların, baroların yürüttükleri faaliyetin doğal sonucudur.

Siyaset Avukat Tanımı İçinde Mevcuttur

Avukat kimliğinin en önemli fonksiyonu,  devletin yargı alanında faaliyet göstermesiyle ortaya çıkar. Danışmanlık ve diğer işler bu asli fonksiyona sonradan eklenmiştir. Avukatın görevini yerine getirirken kullandığı “yakıt” hukuktur. Avukat müvekkillerinin kişiler, kurumlar ve devlet karşısında hakkını korumaya çalışır. Şu halde avukatın ister iddia (davacı), ister savunma (davalı) konumda olsun görevini hakkıyla yapabilmesi için önce demokratik bir yargı ve demokratik bir hukuk gerekir. Oysa devleti yönetenler her zaman sonsuz iktidar talebinde bulunma eğilimindedir. Buna çoğu zaman otoriterleşme eğilimi de refakat eder. Bir diğer deyişle avukatlar-barolar; demokratik hukuk alanının daraltılması, “iktidarın” mümkün olduğu ölçüde yargı kontrolünden kurtulma arzusu karşısında  doğal muhalif durumdadırlar. Özetle, avukatlar hak hukuk, demokratik yargı talebinde bulundukları andan itibaren aslında siyaset yapmaktadırlar.

Siyaset Yapmak Kötü Bir Şey midir?

Siyaset en genel tanımı itibariyle, vatandaşların kendilerini ilgilendiren tüm toplumsal karar süreçlerine katılması, düşüncesini söylemesi, diğer vatandaşları etkilemeye çalışması, özetle kendisiyle ilgili kararların oluşum sürecine katılması demek değil midir? O zaman avukatların kendileriyle veya yargı ve hukukla ilgili konularda karar süreçlerine katılması, görüşlerini beyan etmesi ve hukuki-siyasi taleplerde bulunması nasıl oluyor da “baroyu politize etme” suçlamasının konusu olabiliyor? Zaten politik olan bir kurumu politize etme suçlamasının kendisi bir ifade garabeti değil midir?

Hukuk Toplumla Politika Arasında Ara Halkadır.

Hukuk öncelikle bir ideolojidir. Tek bir hukuktan değil de farklı hukuklardan bahsedilebilir. Özgürlükçü hukuk olabileceği gibi otoriter hukuk türleri de vardır. Bu nedenle ideolojinin her alanı sömürenler-sömürülenler, yönetenler-yönetilenler, egemen sınıf-emekçi sınıf arasında bir çatışma sahasıdır. O halde hukuk sadece kanunlarda yazılı kurallardan oluşan bir doküman değil; ideolojik çatışma alanında kazanana göre şekillenen bir toplumsal pratiktir. Her ideoloji bir toplumsal pratik içinde hayat bulur. Bu nedenle ideoloji (hukuk) sadece düşünceden ibaret değildir. Bu niteliğiyle hukuk aynı zamanda mücadele içinde olan toplumla, devlet arasında köprü görevi görür. Yasalar bu çatışma sahasındaki gönüllü veya zorunlu uzlaşmaların veya uzlaşmazlıkların sonuç belgeleridir.

Bir avukat “hak-hukuk” talebinde bulunduğu andan itibaren hangi ideoloji içinde yer alıyorsa ona göre politika yapmaya başlamıştır. Bir örnek vermek gerekirse, günümüzde çevre katliamına karşı çıkıldığı andan itibaren neoliberal siyasete karşı farklı bir siyasi duruş sergilenmekte ve mücadele edilmektedir.

Aslında hukuk politikaya sınırlar getirir. Bir diğer deyişle hukuk sınırsız politik arzuları kontrol eden bir elbise giydirir politikaya. Kendi tanımımla; “Felsefe-bilim özgürlük kavramını inşa eder. Politika özgürlüklere kıyafet biçer, hukuk da bunun kaç beden olacağını tespit eder. Bu beden sabit olmayıp, politik mücadele sarkacının yönüne göre daralır veya genişler.”

Hukuk ve siyaset bu nedenle de birbirinden ayrılamaz.

[i] Metinde sürekli avukat-baro dememek için aşağıda  baro kimliğini de içermek üzere çoğu yerde  avukat diye anacağım.

Barolar Siyasi Kurumlardır.

Barolar öncelikle Anayasa’nın 135. maddesi kapsamında belirtildiği üzere “İdare” bölümünde yer alan “Meslek Kuruluşu” ve “kamu kurumu” niteliğine sahip özel bir kurumdur. Meslek örgütü olarak meslekle ilgili stajdan, mesleğe kabulden, meslekten çıkartılmaya, mesleğin standardını yükseltmeden, disiplin kontrolüne kadar bütün mesleki sorunlarla görevlendirilmiştir. Barolar bir hukuk kurumu olarak ise İnsan Haklarını Savunmak, Hukukun Üstünlüğünü Savunmak, Demokratik İlkelere Uygun Davranmakla yükümlüdür. (An.135, Av.K.76). Tersinden düşünürsek, bu alanlara yapılan saldırılara, iktidarın daraltıcı faaliyetlerine karşı koymakla görevlidir.

Baroların kanunlarda yazmayan ama politika biliminde kayıtlı olan, aslında yukarıdaki tanımlarda da gizli olarak yer alan bir diğer niteliği vardır. Bu da baroların “Siyasi Baskı Grupları” içinde yer almasıdır[i]. Baroların siyasi baskı kurumu olarak niteliği, ortak menfeatler etrafında ve ortak fikirler etrafında örgütlenmesinin doğal sonucudur

Aynı zamanda siyasi baskı kurumu olan ve Anayasa’da bir (siyasi) kurum olarak düzenlenen baroları siyaset yapıyorsunuz diye suçlamak sanırım gayri ciddi bir yaklaşım olacaktır.

Baroların Görevleri Arasında Olan Hukukun Üstünlüğü’nü, İnsan Haklarını Savunmak Saf Siyasi Bir Faaliyettir.

Avukatlık Kanunu’nun 76.maddesi baroların aynı zamanda hukuk kurumu olduğunu açıklıkla belirtmektedir. Aslında bu görevler “bu tanımda” yer almasa bile zaten avukat tanımı içinde gizlidir. Maddeye göre barolar i)Hukukun Üstünlüğünü Koruyacak ve Savunacak, ii)İnsan Haklarını Koruyacak ve Savunacak, iii)Çalışmalarını demokratik ilkelere göre sürdürecektir. Aslında bu madde baroların siyasi görevlerini tanımlamaktadır.

[i] Münci Kapani, Politika Bilmine Giriş, s.156-157.

Baroların hukukun üstünlüğünü, insan haklarını koruması ve savunması demek, bu alanlara hakları daraltma-budama gibi negatif anlamda  müdahale eden tüm iktidar uygulamalarına, yasama faaliyetlerine karşı durmak, mücadele etmek demektir. Örneğin, İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmasına; Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin tam olarak uygulanmamasına, insan hakları sözleşmelerine karşı her türlü olumsuz algıya, müdahalelere karşı durmak, özellikle kadın-çocuk-çevre-hayvan haklarını korumak baroların görevi ise ve bu görevlerin özü siyasi ise; nasıl olur da barolar siyasetle uğraşmasın denebilir?

Elbette barolar siyasi partiler gibi (partizan) siyaset yapmaz. Ama “İnsan haklarına dayalı özgürlükçü hukuk”, “demokratik yargı” ve “bağımsız avukatlık[i]” talepleriyle ve bu ortak paydalar etrafında her yerde her alanda her an siyaset yaparlar.

Tüm Meslek Sorunları İktidarların Kusurlu Siyasi Tasarımının Sonucudur

Avukatlar bu konuyu öncelikle “mahkeme tasarımı”ndan bilirler. Yargının üç kurucu unsuru, iddia, savunma ve hüküm makamları sözde eşittir. Fakat mahkeme kürsüsü üstte durur. Avukatlar latife olarak bunu “marangoz hatası” diye tanımlar. Oysa bu siyasi bir tasarım sonucudur. İddia ve savunma hüküm karşısında haddini bilecektir… Ama konu sadece bu basit marangoz hatası(!) ile sınırlı değildir. Sadece başlıkları bile sayfalar tutacak sorunlarımızın (Elbette farklı listeler yapılabilir) önemlilerini bir düşünelim:

  • En Önemli Beş Mesleki Sorun
    • Avukatların Çoğunluğunun Yoksullaşması, İşçi Avukatlar
    • Avukatlık Mesleğinin Niteliksizleştirilmesi (Hukuk fakülteleri, eğitim sorunları)
    • Staj-Stajyer ve Genç Avukatlarla İlgili Sorunların Büyümesi
    • Çoklu Baro Rezaleti, TBB’de Temsiliyet Sorunları
    • Adalet Bakanlığı ve TBB’nin Vesayet Niteliğindeki Konumu
  • En Önemli Yargı Beş Yargı Sorunu
    • Bağımsız HSYK olmaması
    • Bağımsız Adli Tıp Olmaması
    • Bağımsız Adli Kolluk Olmaması
    • Hakim Teminatının Olmaması
    • Yargı Teşkilatı Üzerindeki Siyasi Baskı ve Hakim-Savcı Atanması-Seçimi Sorunları
  • En Önemli Beş Hukuk Sorunu
    • Devletin Anayasızlaştırılması, Hukuksuzlaştırılması, Suçların Cezasızlaştırılması Eğilimi
    • Anti Demokratik Yasa ve Torba Yasa Yöntemi Sorunları
    • Mahkeme Kararlarının Anayasa ve AİHS’ne Aykırı Olması
    • Yargı ve İdari Otoritelerin Anayasa’ya, Anayasa Mahkemesi Kararlarına Uymaması
    • Olağanüstü Rejim Sorunları
  • Sair Önemli Konular
    • Avukatlık Kanunundan Kaynaklanan Normatif Sorunlar
    • Genel Mesleki Sorunlar
    • Mesleki-Pratik Sorunlar
    • Hukuk- Eğitimi, Staj sorunları
    • Adli Yargı Sorunları
    • Kolluk-Zabıta sorunları
    • Adli Kolluk Olarak Sorunları
    • İnfaz Rejimi-Cezaevi Sorunları

Barolar siyasetle uğraşmasın, baro politize olmasın görüşüne karşı şu soru sorulabilir elbetteİyi güzelde bu mesleki konuların hepsi de aynı zamanda İnsan Hakları Hukukuna aykırı iktidar uygulamalarının veya siyasi tasarımın sonuçları değil mi? Bu konuda taleplerde bulunan barolar aslında siyaset yapmış olmayacak mı? Ya da tersinden sorarsak, siyaset yapmadan bu sorunlar nasıl çözülecek?

Yargı Kültürü ve Hukuk Estetiğinden Kaynaklanan Sorunlar

Bir toplumun adalet anlayışı toplumsal uzlaşmalar-çatışmalar üzerinde şekillenir. Türk toplumunun en az %70’inin muhafazakar olduğu kabul edildiğine göre bu adalet anlayışı ve toplumsal değerler, muhafazakar çoğunluğun kültürüne göre belirlenmektedir. Hemen belirtelim ki, toplumumuzun muhafazakar değerlerinin insan haklarıyla arası hiç de iyi değildir… Hukukla bu kötü ilişki, tabi olduğumuz AİHS’ne ve AİHM kararlarına uymamaya kadar genişletilmiştir.

Yasaların koruduğu hukuki değerler kaynağını toplumsal değerlerden alır. Bugün karşımıza çıkan hukuki sorunların çoğu aynı zamanda bir değer sorunu olduğuna göre; toplumun yargı kültürünü ve hukuk estetiğini gösteren sorunlar muhafazakar kültürün iç açıçı olmayan eklektik dünyasından beslenmektedir. Mevzuat demokratik hükümler içerse bile uygulamada bu eklektik kültürden beslenen yargı aktörlerinin antidemokratik uygulamalarıda giderek yaygınlaşmaktadır. Yargı kültürünün İnsan Haklarına Dayalı Hukuk anlayışı karşısındaki umarsız, hatta karşı tavırlarından kaynaklanan sorunlarla mücadelenin bizzat kendisi siyasi bir mücadele gerektirmez mi?

Türkiye’de muhafazakar kültürün değer yoksulluğundan beslenen sorunların bazılarını bir tablo halinde göstermiştim; dileyen o yazıma ve hazırladığım tabloya bakabilir[ii]. Tabloya genel olarak bakıldığında bile avukatlık faaliyetinin nasıl da göbek bağıyla siyasete ve siyaset kültürüne bağlı olduğu net olarak görülmektedir.

Avukatlık Faaliyetinin Niteliğinden Kaynaklanan Siyaset[iii]

Savunmanın toplumsal işlevi: Savunma görevini üstlenen avukat devletin baskı aygıtı olan Yargı içinde “yargı süjesi” olarak görev yapar. Baro ve TBB gibi kurumlar da Anayasanın İdare olarak belirlediği devlet yapısı içinde yer alırken devletin idari vesayeti altında görev yaparlar. Ama diğer yanda avukatlar görevlerini yaparken bağımsızdır ve hukuk (toplum) adına konuşur (serbest meslek).  Barolar ve TBB de kanunlara verilen görevleri yaparken hukuk adına konuşurlar. Bu nedenle avukatların, baro ve  TBB gibi hukuk kurumlarının bir ayağı devletin içinde bir ayağı sivil toplum içinde hayat bulan ikili işlevlerivardır.

[i] Mutlak bağımsızlık anlamına gelmeyen “avukat-baro bağımsızlığının” işlevsel bir bağımsızlık olduğunu başka yazılarımda değindiğim için burada açıklamıyorum: Bkz. Haluk İnanıcı, “Türkiye’de Avukatlık İdeolojisi”, Haluk İnanıcı, 21.Yüzyılda Avukatlık ve Baro, Legal Yayınları, 2007. Yeri gelmişken belirtelim; bahsettiğim “işlevsel avukat bağımsızlığı” kavramının avukatların çok sevdiği ve her zaman kullandığı Molierac’ın o hiçbir bilimsel temeli olmayan deyişindeki hamasi bağımsızlıkla hiçbir ilgisi bulunmamaktadır.

[ii] Haluk İnanıcı, “Türk Yargı Kültürü ve Hukuk Estetiği”, Haluk İnanıcı (der.) Türkiye’de Hukuku Yeniden Düşünmek, İletişim Yayınları, 2015.

[iii] Bu bölüm Avukatlık Mesleğinde, Ahlak, Etik, Meslek Kuralları Ve Etik Bir Deneme isimli yazımdan alınmıştır. Bkz. Haluk İnanıcı, “21. Yüz…”

Avukatın ve hukuk kurumlarının bağımsızlığı ve devlet dışındaki fonksiyonu; bir anlamda hukuk adına konuşmalarından kaynaklanır. Hukuk adına konuşurken yasal ve meşru kavramları arasındaki ayrımın büyük olduğu ülkelerde avukata büyük görev düşer. Avukat bir anlamda meşru olmayan/demokratik olmayan/ tüm toplumu gözetmeyen/evrensel hukuk değerlerine uygun düşmeyen hukuk kurallarına karşı mücadele eder.

Hukuk ideolojisi-İktisat İdeolojisi: Kendine, topluma, dünyaya yaptığı işin penceresinden bakan avukat hukuk ideolojisi çerçevesinde düşünecektir. Bu ise avukatın dünyadaki tüm ilişkileri “hukuk ilişkisi” içinde görmesine yol açacaktır. Halbuki toplumsal faaliyetlerin, salt hukukla açıklanabileceği yaklaşımı bir hukukçu yanılsamasıdır. Klasik avukatın kendini adaletin şövalyesi olarak görmesinde de bu yanılsama yatar. Öte yandan toplumsal tahayyül dünyasını belirleyen iktisat ideolojisi, hukuksal alanı da belirlemekte hukuk ideolojisini yedeğine almaktadır. Son dönemde verilen birçok yüksek mahkeme kararında bu tespitin somut örneklerini görmek mümkündür. Her iki ideolojinin yanılsamalarından kurtulması, yukarıda belirttiğimiz gibi tüm toplumsal faaliyetlerin gerçek anlamda siyasallaştırılmasından, halkın bu meyanda avukatların siyasi mücadeleye katılmasından geçer. Yukarıda değindiğimiz gibi  bu siyasi mücadele bir siyasi parti faaliyetinden farklıdır. Belirttiğimiz gibi siyaset kimsenin, hiçbir kurumun tekelinde olmadığı gibi asli bir vatandaşlık görevidir.

Hukuk Politikaları Oluşturulması: Özellikle son dönemde çoğunluğu elde eden görüşün istediği yasayı yapabileceği, hatta Anayasayı bile uygulamayabileceği, delebileceği, keyfi biçimde yorumlayabileceği gibi bir eğilim belirmiştir. Yasa ve hukuk arasındaki ayrımı belirterek yasaların hukuki olması gerektiğini söyleyecek, azınlığın haklarını da içeren toplumun tüm fertlerinin ortak çıkarlarını ve uluslararası hukuk değerlerini gözetmek zorunluluğunu (çokcu değil çoğulcu) vurgulayacak kurumların başında avukatlar ve mesleki örgütleri gelmelidir. Bunun yolu ise;  insan haklarına dayalı özgürlükçü hukuk yaklaşımının  hukuk içindeki ifadesini aramak anlamına gelen “hukuk politikaları” oluşturmaktan geçer.

Hukuk politikası tespitine ihtiyaç duyulan konuların başında; Suç ve Ceza, Siyasi Suç-Terör Suçu, İnfaz, Çevre, Kadın, Çocuk, Yaşlı hukuku politikaları  gelmektedir. Çeşitli konularda hukuk politikaları oluşturma göreviyle yükümlü avukatlık-baro faaliyeti siyasetten nasıl arındırılabilir?

Siyasetsiz Avukat-Meslekçi Zihniyet-Hukuk Teknisyeni

Avukat mücadelesinde siyasetsiz, steril bir ortam isteyenler avukatları meslekçi zihniyet içine hapsetmek istemektedirler.

“‘Hayata dar meslek penceresinden bakan, tüm taleplerini mesleki menfaatlere dayandıran ve sürekli bizimle yaşayan korporatif/loncacı düşünceyi ‘meslekçi zihniyet’” olarak tanımlıyorum. Bu zihniyet aslında mesleğinin toplumda en önemli meslek olduğuna inanır, kendi mesleğini “mutlak”;  insanlığın sonuna kadar sürecek değişmez bir meslek olarak görür. Yeri olmamakla birlikte Korporatist düşünce tarzının/meslekçi zihniyetin her zaman devlet desteğine ihtiyaç duyacağını, çatışıyor gibi görünse bile devletle göbek bağını hiçbir zaman kesemeyeceğini de ifade edelim.[i] Baroların siyaset yapmaması gerektiğini savunan görüş kendini yukarıda tanımladığım dar meslekçi bakış açısıyla sınırlar. Sanki mesleki sorunları dile getirmek, bir takım kurumlara yazı yazmak, talepte bulunmak o mesleki sorunları çözecekmiş, yanılsaması içindedirler.

Onlar için Barolar siyasi konuda “sadece dilekçe” yazıp, panel yapıp; yıllık baro faaliyet raporuna, şuraya şu dilekçe yazıldı, paneller yapıldı denmesi ya da kendi “siyasi görüşlerine” uygun davalara girilmesi ile sınırlıdır. Bu nedenle siyasetsizliği savunurken bile önce dolaylı, iktidara gelince açık siyaset yaparlar hem de partizanlık anlamında siyaset.

Doğaldır ki, böyle bir görüş avukatı sadece müvekkilinin teknik işini yapan, sınırı aşmayan, avukatlık görevini sadece müvekkilinin çıkarlarını korumaya adayan kişi olarak tanımlamış olur.

Örneğin baroların, Fransız İhtilali sonunda loncadan (Feodal devlet= loncaların loncası) bağımsız meslek örgütüne nasıl dönüştüğü ve avukatların modern toplumu savunarak doğrudan siyaset yaptığı ve yeni toplumun sözcülüğüne (Porte Parole) soyunduğu ve bu dönemin avukatların “Altın Çağ”ı olarak adlandırıldığı pek bilinmez.

Ne ilginçtir bu meslekçi zihniyet günümüzde, barolar mesleğimizle ilgili ne yapıyor, neden aidat ödüyoruz ya da barolar gereksizdir demeye vardırılan görüşlerle aynı iklimden beslenir.

Tüm Uluslararası Avukatlık Belgeleri Avukatlık Mesleğinin Siyasi İktidardan Korunmasını Temel Alır

Avukatlıkla İlgili başta Havana Kuralları, AB Meslek Kuralları, Morelia Şartı, Avrupa Konseyi Tavsiye Kararı, Turin İlkelerigibi neredeyse tüm avukatlık dokümanları, avukatların siyasi iktidardan korunmasını esas alır. Bu kapsamda belirttiğimiz belgelerde kabul edilen avukat haklarını hatırlayalım.

[i] Henri Nallet, Tempete Sur La Justice, Plon, 1992, sy.146

Tüm dünyada iktidarlar avukatlar üzerinde baskı uygularken; avukatların, baroların siyasetle uğraşmaması gerektiğini söyleyen görüş yukarıda belirttiğimiz avukat haklarını siyaset yapmadan nasıl koruyacaklarını da açıklamak zorundadırlar.

Baro Seçimlerinde Kullanılan Avukatlar-Barolar Siyasetle Uğraşmamalı Görüşünün Örnekleri[i]

1983-1988 yılları arasında 5 yıl İstanbul Barosu Başkanı olarak görev yapan “Birleşmiş Avukatlar Grubu” (BAG) adayı Prof. Sulhi Tekinay  tüm seçim stratejisini kendisinden önceki Baro Başkanı Av.Orhan Apaydın döneminin politikaya bulaştığı,  avukatlık mesleğinin teknik bir meslek olduğu, politika yapmak isteyenlerin meclise girmesi gerektiği üzerine kurmuştur. [ii]  Nitekim bunda başarılı olmuş, seçimi kazanmış, 5 yıl süre ile  de yönetimde kalmıştır. Daha sonra İstanbul Barosu’nun 1990 genel kurul toplantısında BAG’ın yeni  başkan adayı  Av.Berra Besler[iii] de; Baro Başkanı Av.Turgut Kazan’a karşı aynı yaklaşımı sürdürmüş ve onu “baroyu politize etmekle” suçlamıştır.[iv] İlerleyen dönemlerde de neredeyse her seçim döneminde bir suçlama aracı olarak kullanılmıştır bu cümle.  Üstelik bu suçlamayı yapan avukatlar seçim oy pusulalarınde yer alan bazı meslekdaşlarımızın isimlerini daire içine alıp siyasi kimliklerini yanlarına not düşerek “Baro kimlerin eline geçiyor?” diye propaganda yaparlar. Yani tam bir ikiyüzlülük örneği olarak bizzat kendileri partizanlık anlamında politika yaparlar. Mesleğe daha sosyal diyebileceğimiz ve politika ile hukuk arasındaki ilişkiyi ihmal etmeyen farklı bir bakış açısına ise özellikle büyük şehirlerde ortaya çıkan çağdaş avukat gruplarının uzun süre sahip çıktığı görülür..[v]

Bu tavır hemen hemen bütün baro seçimlerinde sergilenmiştir. Baroda, mesleğimizin politika ile ilişkisini ortaya koyan liberal-sol ittifaklar hep baroyu politize etmekle suçlanmış, lakin suçlayanlar iktidara geldiğinde politika yapmaktan da kaçınmamıştır. Bu nedenle, bir grubu baroyu politize etmekle suçlayanların aslında samimi olmadıkları açıkça görülmektedir.

Değişim İçin Avukatlar Grubu, Prof.Dr.İbrahim Kaboğlu’nu Baroyu Siyasete Bulaştıracağı Olasılığıyla Suçlayanların Açmazı

Anayasa Hukukçusu kimliği ön planda duran Kaboğlu aslında Anayasa mücadelesinde ön safta olan değerli bir eylem adamıdır. Anayasa Hukukçusu, İstanbul Barosu İnsan Hakları Merkezi Başkanı (1997-2001), TBB İnsan Hakları Araştırma ve Uygulama Merkezi Kurucu Başkanlığı (2001-2005) olarak görev yapmış insan hakları temelinde bir hukuk için sürekli mücadele etmiş bir avukat-hoca ve eylem insanıdır. Avukat ruhsatını 1979 yılında almıştır. Anayasa referandumlarında, değişiklik çalışmalarında hep mücadeleci-demokrat kimliğiyle ön plandadır.

Bugün Türkiye’de yürütülen neredeyle tüm anayasa tartışmaları “sahte anayasacılık”niteliği taşımaktadır. Sahte anayasacılar mevcut anayasanın demokratik hükümleri sanki uygulanıyormuş da buna ilaveten antidemokratik hükümlerin kaldırılması için mücadele ediyormuş görüntüsü vermektedir. Oysa anayasanın demokratik hükümleri uygulanmadığı gibi iktidarın her antidemokratik hüküm kaldırma girişimi otoriterleşmeyi derinleştirmektedir.

[i] Bu kısım Avukatlık Mesleğinde, Ahlak, Etik, Meslek Kuralları Ve Etik Bir Deneme isimli yazımdan alınmıştır.

[ii]   Yazılı bir metinde geçmemekle birlikte asıl amacın “ baroyu aşırı solculardan temizlemek” olduğu avukatlarca açıkça ifade edilmiş  ve bu şekilde propaganda yapılmıştır. Bu konuda  Basın’da özellikle Tercüman gazetesinde destek yazıları çıkmıştır; Örnek  Ergun Göze, Köşe Yazıları, 1983 

[iii]  Av.Berra Besler, hayatı boyunca baro, avukat mücadelesinde yer almış muhafazakar avukatlar arasında yer almış kendisine saygı duyduğum bir meslekdaşımdır. Kendisini üzmek istemem. Burada adının geçmesi, kullanılan yanlış ifadeyle ilgilidir.

[iv]   Güneş Gazetesi, 25.10.199

[v]   1985 Yılı İstanbul Barosu Çağdaş Avukatlar Gurubu Başkan Adayı Av.Aydın Aybay’ ın Seçim Buroşüründe; “Çağdaşlaşma istemi, hiç kuşkusuz geniş anlamda bir siyasal istemdir…..Çağdaş avukatlar olarak ülkemizde çağdaş bir hukuk düzeninin kurulmasını istediğimize göre bizde bu anlamda siyasetle uğraşmış sayılırız….. ama burada önemli bir noktayı vurgulayarak belirtmemiz gerekiyor; Bu tavrımızdan dolayı bizi kimse eleştiremez ya da suçlayamaz..” ,    Seçim Buroşürü  1985:2

Bu sahte anayasacılık faaliyeti, İbrahim Kaboğlu’nun siyasi literatürümüze armağan ettiği “anayasızlaştırma” terimi ile açıklanmaktadır. Buna eş bir diğer kavram da, AİHS’nin, Anayasa’nın ihlal edilmesiyle, hukuka aykırı pervasız yargı kararlarıyla karşımıza çıkan siyasi rejimin  hukuksuzlaştırılmasıdır. Belki bunlara devlet görevlilerinin hizmet ifası esnasında işledikleri suçlarla ilgili ceza almama güvencesi olarak ortaya çıkan, suçların cezasızlaştırılması kavramı eklenebilir.

Bugün neredeyse çoğu hukuki sorunun, bu meyanda avukatlık ve yargı sorunlarının anayasasızlaştırma, hukuksuzlaştırma, cezasızlaştırma çabalarıyla katmerleştiği konusunda sanıyorum herkes mutabıktır. Ve elbette baroların mücadele edeceği bu üç sorun aynı zamanda siyasi sorunlardır.

Tam da böyle bir ortamda, avukat kimliği taşıyan Türkiye’nin önde gelen anayasa hukukçularından biri olan İbrahim Kaboğlu’nun, bu üç anayasal sorunu ön plana getirmesi; avukatlık mesleğinin, yargının sorunlarından uzaklaşmayı değil de tam tersine bu sorunlara karşı mücadele etmede özel bir imkanı göstermektedir.  

İbrahim Kaboğlu’nun Hoca Olduğu, Avukat Olmadığı Konusunda Getirilen İtirazdaki Gayri Ciddilik

2024 baro seçim sürecinde diğer başkan adaylarından/grup üyelerinden bazılarının  “Prof.Dr.İbrahim Kaboğlu’nun koridordan gelmediği, hoca olduğu, avukatların sorunlarını bilmediğini” ileri sürmeleri;   Prof.Dr.İbrahim Kaboğlu’nun hakim ve savcılara verilen eğitimlerde görev aldığını aynı zamanda 30 yıla yakın süredir avukat levhasına kayıtlı olduğunu bilmemekten kaynaklanıyor olamaz.  Ama yine de bu eleştiriyi ciddiye alalım ve eleştirenlerin samimi olup olmadığına bakalım.

İstanbul Barosu’nde 5 yıl başkan olarak görev yapan Prof.Dr.Sulhi Tekinay bir hocadırİstanbul Barosu’nda 6 yıl başkan olarak görev yapan Doç.Dr.Yücel Sayman bir hocadır. Gelelim can alıcı noktaya; bugünkü 4 grubun içinden doğduğu Önce İlke Grubu’nun adayı Doç.Dr.Ümit Kocsakal 6 yıl baro başkanlığı yapmıştır. İşin gülümseten yanı, bugün Kaboğlu hocamızı avukat olmadığını, avukatlık sorunlarını bilmediğini iddia edenlerin bazıları Kocasakal hocayı desteklemiş ve hatta onun yönetim kurulunda göre almıştır. Yine belirtmek gerekir ki yukarıda saydığımız hocalar her zaman avukat başkan adaylarından fazla oy almışlardır.

Yine Kaboğlu’nu eleştirenlerin atladığı çok önemli bir şey var. Kendilerini ifade ederken, bir ekip olduklarını söyleyenler, İbrahim Kaboğlu’nun listesinde yer alan herbiri kendi alanında deneyim ve bilgi sahibi avukatlara da saygısızlık etmektedirler. Elbette kimse hiçbir şeyi tam olarak bilemez. İşte bunun için de İbrahim Kaboğlu her yerde söze “biz” diye başlamaktadır

Özetle, başkan adaylarını avukat kimliği üzerinden suçlayanların, nitelikli avukat-akademisyen baro başkanlarının  barolara nasıl da büyük bir mücadele imkanı verdiğini görmediklerini söyleyemeyiz. O zaman müsaade ederlerse kendilerine en hafifinden bu konudaki eleştirilerinden dolayı samimi olmadıklarını, kendilerini gülünç duruma düşürdüklerini söyleyelim. 

[1] Metinde sürekli avukat-baro dememek için aşağıda  baro kimliğini de içermek üzere çoğu yerde  avukat diye anacağım.

[2] Münci Kapani, Politika Bilmine Giriş, s.156-157.

[3] Mutlak bağımsızlık anlamına gelmeyen “avukat-baro bağımsızlığının” işlevsel bir bağımsızlık olduğunu başka yazılarımda değindiğim için burada açıklamıyorum: Bkz. Haluk İnanıcı, “Türkiye’de Avukatlık İdeolojisi”, Haluk İnanıcı, 21.Yüzyılda Avukatlık ve Baro, Legal Yayınları, 2007. Yeri gelmişken belirtelim; bahsettiğim “işlevsel avukat bağımsızlığı” kavramının avukatların çok sevdiği ve her zaman kullandığı Molierac’ın o hiçbir bilimsel temeli olmayan deyişindeki hamasi bağımsızlıkla hiçbir ilgisi bulunmamaktadır.

[4] Haluk İnanıcı, “Türk Yargı Kültürü ve Hukuk Estetiği”, Haluk İnanıcı (der.) Türkiye’de Hukuku Yeniden Düşünmek, İletişim Yayınları, 2015.

[5] Bu bölüm Avukatlık Mesleğinde, Ahlak, Etik, Meslek Kuralları Ve Etik Bir Deneme isimli yazımdan alınmıştır. Bkz. Haluk İnanıcı, “21. Yüz…”

[6] Henri Nallet, Tempete Sur La Justice, Plon, 1992, sy.146

[7] Bu kısım Avukatlık Mesleğinde, Ahlak, Etik, Meslek Kuralları Ve Etik Bir Deneme isimli yazımdan alınmıştır.

[8]   Yazılı bir metinde geçmemekle birlikte asıl amacın “ baroyu aşırı solculardan temizlemek” olduğu avukatlarca açıkça ifade edilmiş  ve bu şekilde propaganda yapılmıştır. Bu konuda  Basın’da özellikle Tercüman gazetesinde destek yazıları çıkmıştır; Örnek  Ergun Göze, Köşe Yazıları, 1983 

[9]  Av.Berra Besler, hayatı boyunca baro, avukat mücadelesinde yer almış muhafazakar avukatlar arasında yer almış kendisine saygı duyduğum bir meslekdaşımdır. Kendisini üzmek istemem. Burada adının geçmesi, kullanılan yanlış ifadeyle ilgilidir.

[10]   Güneş Gazetesi, 25.10.199

[11]   1985 Yılı İstanbul Barosu Çağdaş Avukatlar Gurubu Başkan Adayı Av.Aydın Aybay’ ın Seçim Buroşüründe; “Çağdaşlaşma istemi, hiç kuşkusuz geniş anlamda bir siyasal istemdir…..Çağdaş avukatlar olarak ülkemizde çağdaş bir hukuk düzeninin kurulmasını istediğimize göre bizde bu anlamda siyasetle uğraşmış sayılırız….. ama burada önemli bir noktayı vurgulayarak belirtmemiz gerekiyor; Bu tavrımızdan dolayı bizi kimse eleştiremez ya da suçlayamaz..” ,    Seçim Buroşürü  1985:2