Blog

Blog-25092023

Türkiye’de Hukuk ve Yargı’nın Demokratikleşmesinde

Muhafazakar Çoğunluğun Rolü

Mesele Etik mi? Siyasi mi?

Haluk İnanıcı

Yargı ve hukuk sorunlarının çözümü etik değil, saf siyasi bir meseledir. Bir diğer deyişle sorunların çözüm yeri hukuk aktörleri değil toplumdur. Unutmamak gerekiyor, yargı devletin baskı aygıtıdır ve hukuk egemen ideolojiye göre şekillenir. Durmadan etik kurallar uygulanmalıdır diye tekrar etmek, sorunun nedenlerini gizler. Ayrıca meslek kuralı yerine etik kelimesini kullanmak “kavramsal” olarak doğru değildir.

Türkiye’nin demokratikleşmesinin ön koşulu.

Türkiyenin %70 sini temsil ettiği söylenen ve şu an bir kısmının ülkeyi yönettiği muhafazakar kesimin önünde büyük bir siyasi-ahlaki-vicdani muhasebe durmaktadır. Bu muhasebe diğer kesimleri de içine dahil ederek; tüm vatandaşların tüm farklılıklarıyla birlikte yaşama hakkı olduğu, herkese eşit-adil davranıldığı, kimsenin yaşam güvencesinden yoksun olmadığı adil bir toplumu nasıl kuracağız sorusunu soran ve Batı’ya körü körüne karşı olmak yerine Batı’nın uygarlığa armağan ettiği insani kazanımları içine katmaya çalışan, kendisiyle yüzleşebilen muhafazakar iç muhasebeyi gerekli kırılıyor. Samimi bir muhasebeyi…

Prof.Dr. Bakır Çağlar, “İnsan haklarının yeni ideolojisinin formülü, mağdurların, hukuka ulaşmasını, hukuk barınağına girebilmelerini sağlama, hukuk tüketicilerini de hukuk üreticisi yapma, hukukun üretilmesine katılmalarını sağlama formülüdür,” diyordu. [i] Bir diğer deyişle, toplumun çoğunluğunu teşkil eden mufazakar kesimin önce kendi içinde toplumsal değerler, muhafazakar ahlak, siyasi gelecekle ilgili olarak nasıl bir toplumda yaşamak istiyoruz sorusuyla başlayan, kendi eklektik yapısıyla ve görünür dünyadaki insan hakları karşıtı söylemle hesaplaşması ve tabandan başlayarak hukuk üretme çabasına girmesi, bu çabaya kendi dışındaki toplumsal kesimleri de dahil etmesi gerçekleşmeksizin hukukun-yargının demokratikleşmesini beklemek biraz zor görünüyor. O halde tüm vatandaşların bu tartışmaya katılması, hukukun üretilmesinin aktörleri olması gerekiyor. Hukuk sanıldığı gibi hukukçuların yaptığı bir etkinlik ya da performans gösterisi değildir. Müşterek üretim alanıdır.


Etik Sorumluluk

Muhafazakar kesimin yapması gereken iç muhasebe, her bir muhafazakar için aynı zamanda bir etik sorumluluk gereğidir aynı zamanda. Bugün muhafazakar kesim yukarıda belirttiğim tahayyül dünyasının eklektik yapısıyla birlikte, bu yapının içinde yer alan bireyler olarak kendi ahlaki konumlarını da değerlendirmek durumundadırlar. Kendi hırsızına, ahlaksızına, çocuk tecavüzcüsüne, yetim hakkı yiyene, yolsuzluk yapanına, liyakatsız atamalara, bilimden uzaklaşmaya, eğitimin kalitesinin düşmesine,  hakimin hukuk-vicdan dışındaki gerekçelere göre karar vermesine, yol-su-elektirik-eğitim-sağlık-adalet vd. tüm kamu hizmetlerinin parayla satılır hale gelmesine, kamu kaynaklarının denetlenemez biçimde yok edilmesine, yoksulluğun derinleşmesine, çevre-doğa katliamına, ülke yapısını bozacak göç olgusuna ses çıkarmayıp, bunlar daha önce de oluyordu demek, öncelikle etik sorumluluk açısından değerlendirilmesi gereken bir olgudur. Ayrıca muhafazakar dünyanın böyle vasat bir tutarsızlığa ihtiyacı da bulunmamaktadır. Evet korku veya çıkar kaybı endişesi böyle bir etik muhasebeyi engelliyor olabilir. Ama belirtelim, sürekli karşısındakinin ayıbına bakan, kendi ayıplarını, topluma yayılan kötülükleri görmezden gelen inançlı muhafazakar birey Hüseyin Hatemi’nin Asrı Saadet dediği döneme biçilen ilahi değerler sistemi açısından da sorumludur. Fırat’ın kuzeyinde kaybolan koyundan; sahibinin Müslüman mı, Hıristiyan mı olduğuna bakmaksızın kendini sorumlu tutan Hz.Ömer Adaleti karşısında da sorumludur. Elbette aynı etik sorumluluk muhafazakar kesim dışında yer alan bireyler açısından mevcuttur. Bireylerin etik sorumluluğu doğması, bu doğrultuda hareket etmesi için, önce ister cumhuriyetçi, muhafazakar ister demokrat, sosyalist olsun her vatandaşın taleplerini dile getirmesi onun için mücadele etmesi, bu talepler doğrultusunda örgütlenmesi, hukuk üretmesi kollektif ses haline dönüşmesi gerekir. Aksi halde toplumu bir arada tutan harç çözülmeye yüz tutacaktır. Tekrar pahasına belirtelim ki, bu durumda da en büyük sorumluluk, çoğunluğu temsil eden muhafazakar kesimde olacaktır.

Toplum ve Adalet Tasavvuru

Yargı ve hukuk sorunları öncelikle bir “toplum tasavvuru” ile ilgilidir. Bu konunun iki ayağı vardır. İlki nasıl bir toplum üzerinde yaşıyoruz diğeri nasıl bir toplum üzerinde yaşamak istiyoruz? sorusuyla ilgilidir. Bu cumhuriyetçiler[ii], demokratlar, sosyalistler için de böyledir, muhafazakar kesim için de… En azından bugüne kadar muhafazakar partiler (TeCP, SCF, DP, AP vd.) dine bakış açısından bir yumuşatma için çabaladılarsa da Cumhuriyetin kuruluş değerlerine açıkça karşı çıkmadılar. Hatta Çoban Sülü’nünün seçkin elit karşısında başbakan, cumhurbaşkanı olabilmesi Cumhuriyetin fazileti olarak anlatılır olmuştu. Bu kesimler isterlerse birbirleriyle de aynı konuda ortak bir zemin kurmayı başarabilir. Hep beraber nasıl bir toplum içinde yaşamak istiyoruz? sorusu asgari değerleri tespit açısından daha birleştirici bir sorudur. Müslümanıyla, demokratlarıyla, Hıristiyan vatandaşlarıyla, sağcısıyla, solcusuyla hep beraber nasıl yaşayacağız sorusu… Bu soruyu yeni baştan sormak için hâlâ zamanımız vardır.

Bugünün kapitalizmi insanlara artı değere sistematik el koyarken demokratik bir dünyada veya vahşi kapitalist bir form üzerinde otoriter bir dünyada veya bunların sentezi üzerinde de yaşama seçenekleri sunuyor. Bir diğer deyişle otoriter veya demokratik rejimler aynı kapitalist sistem üzerinde yaşayabilme imkanına sahiptir. Farklılıkların gerekçeleri toplumların geçmiş tarihlerindeki sınıf savaşının niteliği ve kapsamında saklıdır. İnsanların fikirleri ne olursa olsun birbirlerine saygı duyarak, birbirlerini düşmanlaştırmayarak, geçmişi gelecek için suçlama konusu yapmayarak, geleceği ve insan hak ve özgürlüklerini ön plana çıkarak aynı toplum içinde birlikte yaşama ihtimali her zaman mevcuttur. Böyle toplumlara demokratik toplumlar deniliyor. Yani reaya mensubu olmaktan çıkıp birer vatandaş gibi haklarını arayan, soran, verdiği vergileri, devleti denetleyen, özgürlüklerinin peşine düşen vatandaş kimliğinin ön plana çıktığı toplumlar… Böyle beraberce adil bir toplum içinde yaşama hedefinin ön plana çıkarılması adalet talebinin kapsamını değiştireceği gibi hukuk-yargı sisteminin azınlığın veya çoğunluğun elinde bir araç olmasının önünü de kapatıcı rol oynayacaktır. Bir diğer deyişle mesele bir etik meselesi değil, siyasal tasavvur meselesidir.

Kapitalizmin günümüz neoliberal saldırısına karşı koyabilmek, doğaya-çevreye-insana zarar verici faaliyetleri engelleyebilme de ancak belirttiğimiz müşterek siyasal tasavvur alanının oluşturulması oranında gerçekleşebilir.  Yazımın tamamını okumak isteyenler bkz.:https://hukukbook.com/turkiyede-hukuk-ve-yarginin-demokratiklesmesinde-muhafazakar-cogunlugun-rolu/

[1] Prof.Dr.Bakır Çağlar, Bir Anayasacının Seyir Defteri,  Su Yayınları, 2000,  s.13

[11] Cumhuriyetçi tanımını, kuruluş değerlerine, devlete önem verme, ulus-devlet anlayışına sahip olma, hak ve özgürlüklere mesafeli olma, tehlikeli olanların tahakküm altına alınması, demokratik katılıma önemli bir değer atfedilmeme yönlerinden benzer olduğu için kullandım.