Kitap Hakkında Konuşulanlar

Cesaret sınanırsa

Türkiye gündemine uzun zamandır hakim, hassas ve bir o kadar da önemli olan, ordu ve onun kurumları anlatılmıyor Rugan Ayakkabılı Teğmen’de. Ordunun belirleyiciliğinde gelişen yakın tarih belirlemesi yapılıyor. Bu yüzden, belli bir tezi de içeren kitabı objektif bakış açısını koruyarak okumakta fayda var. Zira Atatürk ilkeleri, Cumhuriyet süreci ve olgusu, ‘şeriat’, ‘MHP’; ‘komünizm’, ‘PKK’, ‘terör’ gibi güncel, aynı oranda da belirleyici, sosyal/siyasal yakın tarihten beslendiği için kitap, ideolojik konumlanmalara açık bir risk de içeriyor. Bu anlamda kitapta anlatılanlar, güncel olaylar ve yakın tarihten beslendiğinden ve aynı zamanda, -her ne kadar yazar böyle bir araca başvurmasa da- ideolojik bir perspektif de yarattığından, (özellikle açığa çıkan siyasal toplumsal analizler) okuyucunun algılarını biraz daha açık tutmasını gerektiriyor

Anlattığı kurum ve ilişkilerin içinden gelen Haluk İnanıcı, geçmişte kalan asker kimliğinin yanısıra, hukukçu kimliğiyle de tanınıyor. Rugan Ayakkabılı Teğmen’de İnanıcı’nın, tanıştırdığı karakterlerle yaşananlara tanıklık etmekle kalmıyoruz sadece, anlamakta güçlük çektiğimiz birçok önemli noktanın da ayırdına varıyoruz. ‘Bu önemli nokta ne?’ diye sorulacak olursa, Habil-Kabil örneğini vermek doğru olacak. Zira İnanıcı, tam da, çok tekrarlanmaktan içi boşaltılmış ‘kardeş kavgası’ sorunsalını doğru bir yere oturtmuş ve ona ruh vermiş. Tabii bu kadar değil; elbette, duruma göre bir kalkan ve maske gibi kullanılan ‘kardeş kavgası’ türünden bazı kabul görmüş tespitlerin, asıl onu bilinçli yaratanların ne denli eseri olduğunun da altını çizmiş İnanıcı. Bu bağlamda, Cumhuriyet’in, ‘adalet’, ‘halkçılık’ gibi sosyalizme yakın kavramlarına bağlı aktörleriyle, bunları kendi çıkarları doğrultusunda kullananlar arasında olagelmiş bir mücadeleyi, bu mücadelenin seyrini, yenilgi ve yengilerini Türkiye üzerinden somut yaşanmışlıklarla bir belge niteliğinde sunmuş;

“27 Mayıs, 22 Şubat, 21 Mayıs; sevginin, cesaretin, onurun sınandığı günler. Silahlı Kuvvetler Birliği, protokoller, toplantılar, generaller, albaylar, yüzbaşılar, teğmenler. İçlerinde Talat Albay ve Fethi Binbaşı benzeri Atatürkçü kaç kişi vardı? İhanetler, ispiyonlar, ikiyüzlü davranışlar, hem hükümet yanında hem örgüt yanında gözükenler, kim başarılı olacak ise vakit geçirmeksizin onun yanına kayanlar… Vatanı düşünüyormuş gibi yapıp sadece menfaat peşinde koşanlar, ikbal beklentisiyle fırsat kollayanlar, örgüt liderliği uğruna en yakın arkadaşlarına ihanet edip onları ihbar edenler, Atatürkçülük kisvesi altında bir yanda mangalda kül bırakmayıp diğer yanda her türlü madrabazlığı yapanlar gözünün önüne bir bir düştü. Üç yılda neler olmuştu…”

Dede ve torun ikilemi

Rugan Ayakkabılı Teğmen’de anlatılanlar belli bir tarihsel sürece dayandığından oldukça ilginç bir sunumla oluşturulmuş. Dolayısıyla bir değil, iki kitapla karşı karşıya olduğunuzu anladığınızda şaşırmayın. Birbirinin devamı niteliğinde olsa da konular, öncelik konusunda özgür bırakıyor okuyucusunu. Zira her iki başlangıç ve sonuç birbirlerini bütünler nitelikte. 

Dersim İsyanı’nın önemli aktörlerinden olan büyükbabasından haberdar olmayan hamal çocuğu Hasan’ın, Kuleli’yi kazanıp, daha da ileri giderek orduda sevilen, takdir edilen bir asker olması onu dedesinin kaderiyle birleştirecektir. Zira Hasan, nedenini bilmediği bir gerekçe nedeniyle ordudan atılmıştır. Ordudan atılma nedeninin peşine düşen Hasan, ailesinin gerçeğiyle ve dedesinin isyancı kimliğiyle karşılaşır. Yaşadığı coğrafyada kırımdan geçirilen ailesi, geçmişini inkar ederek Gemlik’e yerleşmiştir. Kürt olduğunu bile bilmeyen Hasan, yeni karşılaştığı gerçeğin peşine düşecektir. ‘Başarılı teğmen’ Hasan, bu kez de Kürt gerillalarının arasındadır. Ama ne yazık ki, en samimi arkadaşı Hikmet komutasındaki bir bölük tarafından pusuya düşürülecek, beraberindekilerle birlikte öldürülecektir. Hikmet de tıpkı Hasan gibi yoksul bir halk çocuğudur. O da ailesinin ve çevresinin yüzakı olarak Kuleli’ye girmiş başarıyla hakkını vermiştir. Hikmet’in öldürdüğü kişinin Hasan olduğunu anlaması onun yaşamında büyük kırılmalar yaratacaktır. Diğer bir deyişle bir sorgulama süreci de Hikmet için başlayacaktır. Ama bu da uzun sürmeyecek aynı dağlar bu kez de Hikmet’in PKK’lı gerillalar tarafından öldürülmesine neden olacaktır. 
12 Mart ve 12 Eylül gibi iki keskin dönemeçte bir Türkiye tarihiyle okuyucusunu yüzleştirmesi bir yana, doğru bir yerden, doğru bir kaynaktan beslendiği için de okunması gereken bir kitap.