Roman / Gezi / Hukuk

PERA PALAS

Kadim şehirlerin her bir köşesinde keşfedilmeyi bekleyen hafıza mekanları vardır. Pera Palas “Şehirlerin Kraliçesi” sayılan İstanbul’un sırlarla dolu yapılarından sadece biri…  Görkemi sadece Art Nouveau tarzının güzel bir temsilcisi olarak şehrin kalbinde yer almasından, Altın Boynuz’a yukarıdan bakmasından değil, şehrin hafıza merkezlerinden biri olmasından kaynaklanıyor.

YARGI KÜLTÜRÜ VE HUKUK ESTETİĞİ

Kültür ve estetik kelimeleri insanın düşünme ve yaratıcılık kapasitelerini ortaya koyan, niteliğini açıklayan kavramlar. Cumhuriyet kurulduğu günden beri sorunlu olan hukuk-yargı alanlarını bu kavramlarla anlamaya çalışmak sadece bir ironiye işaret etmiyor. Neyin olmaması gerektiği var olan kültür ve estetik düzeye bakılarak bir dereceye kadar anlaşılabilse de, olması gerekenin sorunlardan, açmazlardan yola çıkılarak tespit edilmesi mümkün değildir. Kavramlar bize konunun ilişkili olduğu başka toplumsal alanlarla birlikte anlaşılabileceğini de işaret ediyor.

ENDİŞELİ BİR ANAYASACI

Bu soru aynı zamanda son kitabımı neden yazma ihtiyacı duyduğumun da cevabı oluyor. Anayasa hukuku bir yönüyle pozitif hukuk dalı ama öbür yönüyle de siyasetle ve hayatla fevkalade iç içe geçmiştir. Daha doğrusu bir bakıma siyasi hayatın hukuki düzenlemesidir. Dolayısıyla diğer hukuk branşları gibi pozitivist bir hukuk bakışıyla anlamlandırmak mümkün değil.

KASTORİA

Kastoria ismini duyunca içim pır pır eder. Makedonya’nın bu kasabasının adıyla çocukluğumdan beri beraber yaşadım desem yeridir. Aile içinde Osmanlı dönemindeki adıyla Kesriye denirdi daha ziyade. Lakin ben kunduz (kastori) kelimesinden türeyen orijinal ismini tercih ediyorum. Kunduzlar ülkesi… Bu ismi sevmemde çocukluğumun çizgi roman karakterinin “Hay bin kunduz!”[i] repliğinin payı var mıdır bilmiyorum… Orada doğan dedem, ninemiz ve orayı büyüklerinden dinleyen teyzelerimizin dilinden düşmezdi. Şirin bir belde olduğunu, bir gölün kenarında bulunduğunu; Rum, Müslüman, Yahudilerin birlikte yaşadığını; kasabada bahçeli bir evimizin, yakındaki Rupişta’da bir çiftliğimiz olduğunu; Mavrahori’ye sıkça gidildiğini bilirdim. 

[i] Çizgi roman kahramanı Kaptan Swing’in ünlü repliği.

Ayşe Öğretmen Davası

Bir Müdafinin, “Vatandaş Sıfatıyla” Duruşma İzlenimleri           

39 sanık, yüzün üzerinde avukatla başlayan bir duruşmadayım. Malumunuzdur, Ayşe öğretmen, 8 Ocak 2016’da Beyazıt Öztürk’ün (Beyaz’ın) programına bağlanıp hani “Diyarbakır’da insanlar ölüyor, çocuklar ölüyor,” dediği için yargılandığı dava. 38 kişi de, “Ayşe öğretmenin söyledikleri suçsa biz de aynı şeyleri söylüyoruz, yargılayacaksanız bizi de yargılayın,” diyenler.

23 Eylül 2016’daki ilk duruşmada izleyici bölümündeyim. Mahkeme heyeti genç sayılabilecek hâkimlerden oluşuyor. Savcı saçları dökülmeye yüz tutmuş ilk bakışta insanı yanıltabilecek tonton bir görünüşe sahip. Sol ön köşede bulunan büyük televizyon ekranı duruşmalara yeni giren elektronik izleme sistemine, ortamın, konuşulanların kaydedildiğine, izlendiğine işaret ediyor. Yeni tanıştığımız yargılama teknolojisinin neye, kime, nasıl hizmet edeceğini henüz bilmiyoruz…

Mahkemelerine Hukuk Gelmiş Memleketimin.

O gün mahkemede öylesine büyük stres yaşamıştım ki, akşam yatağıma uzandığımda deliksiz uyumuşum. Gözlerimi kapar kapamaz kendimi güzel bir rüya içinde buldum.

Rüyamda, her zamanki sabah yürüyüşünün ardından büroma gidiyorum. Daha kapıdan girerken arkadaşlarım yanıma koşuyor. Hükümet, Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Kurulu kararı uyarınca büyük bir proje başlatmış. “İstanbul’da imar plan değişiklikleri ile yapılan tüm büyük binalar yıkılacakmış!” Yüksek mahkeme, plan değişiklikleriyle yapılan bu yüksek binaların yöneticilere “rüşvet-çıkar” sağlanmadan yapılmasının mümkün olmadığını ve bu ranttan yararlanıp buradan taşınmaz satın alanların da bu suça iştirak ettiğini belirterek   “Hukuka aykırı davranışta bulunanların zarar ziyan iddiasında bulunamayacaklarına,” karar vermiş. Hükümet bu karara dayanarak, tüm binaları yıkacak ve şehrin nefes almasını sağlayacakmış. Hatta, “Koruları, beton yollar yaparak park haline getirme,”  kepazeliğini icat edenler hakkında da davalar açılmış. Şehrin Anadolu, Avrupa bölgesinde binalar kamulaştırılarak Emirgan Korusu büyüklüğünde iki büyük koru yapılacakmış. Haliyle “Allah’ım bu günleri de mi görecektim?” diye sevinçten uçuyordum.

İşçi Avukat, Sadece Bir Kavramın Hikayesi mi?

İşçi Kavramı

İşçi sınıfının doğduğu klasik dönemde, daha ziyade, sanayi alanında çalışanlara kol emekçilerine işçi denirdi. Bu nedenledir ki, klasik sendikal örgütlenme bu işçiler arasında doğmuş ve gelişmiştir. Zihinsel emeğini kullanarak hayatını kazanan insanlara küçük burjuva demekle yetinilirdi çoğu zaman. Yani bazen işçi sınıfı yanında yer alan, bazen egemen sınıfların yanında yer alan güvenilmez insan anlamında kullanılırdı. Zihinsel emeğin ağırlık taşıdığı hizmet sektöründe yer alanlara işçi denilip denilemeyeceği konusunda; işçi-memur, mavi-beyaz yakalı kavramları üzerinden yapılan tartışma literatürü epeyce zengindir. Günümüzde bu tartışma sona ermiş gibidir. “Oysa günümüzde istihdam ve ücretliler içinde sanayi işçisi azınlık durumundadır. İşçilerin, ücretlilerin çoğu hizmet sektöründe çalışmaktadır… Öte yandan sanayi işçisi de kendi içinde bir evrim geçirmiştir. Bilimsel ve teknolojik gelişme sonunda, mavi yakalılar ile beyaz yakalılar arasındaki keskin ayrım silikleşmeye başlamıştır.

Bir Kitap, Bir Halk Çocuğu, Bir Avukat Bir Cinayetin Ötesi ve Türkiye’de Hukukun, Yargının Serencamı

Utanç Duyuyorum!

Avukat Fethiye Çetin’in “Utanç Duyuyorum!” isimli “Hrant Dink Cinayetinin Yargısı”nı anlattığı kitabı, geçtiğimiz yılın eylül ayında Metis Yayınevi’nden yayınlandı. Kitabı elime aldığımda bir cinayet davasının öyküsü ile karşılaşacağımı sanmıştım. Yanılmışım! Kitap, bir cinayet davasının çok ötesinde 2004-2007 Türkiye’sinin zihni/ahlaki kılcal damarlarını ve bu damarların içinden akan sıvının rengini gözler önüne seriyor.

Avukatlar Oradaydı ÇHD Davası

Önünüzdeki dosya ve tutanaklara bakınca, beyanların tamamının gerçek dışı olduğunu “siz” görebiliyorsunuz. Bağlaçlar ve hitaplar dışındaki her kelimesi yalan!

Bu öykünün sonunda asıl utanacak, unutulmayı dileyecek ve unutulmuş olmayı umacak olan sizsiniz; ama sizin adınızı ve yaptığınız işi unutacağımızı da asla düşünmeyin Biz halkın avukatlarıyız, Karagöz’le Hacivat’ı öldürenlerin künyesi bizde hala kayıtlıdır.

Endülüs’ü Farklı Gezmek

Müslüman dünyayla Hristiyan dünyanın her bakımdan bir araya geldiği, kaynaştığı, yüz yıllarca iç içe geçtiği bir yer: Endülüs. Haluk İnanıcı, bu hayranlık uyandırıcı coğrafyada klasik gezi formu sınırları dışına çıkarak tarihî, sosyal ve kültürel doku içinde dolaşırken güzelliklerin içine gizlenmiş acıları hissediyor, taşların arkasını gözlüyor, söylencelere kulak kabartıyor, hayaller kuruyor.Endülüs’ü Farklı Gezmek adının hakkını tam manasıyla veren, bir geziyi aynı zamanda kültür ve tarih yolculuğuna dönüştüren, okuru kendi merak labirentine çeken özel bir kitap.
“İstedim ki, Endülüs’ü gezenler benim hissettiklerimi hissetsin, yaklaşık dokuz asırlık bir uygarlığın izlerini sürerken kulağıma dolan ezgileri, dudağımdan dökülen şiirleri dinlesin.”

Aşkın Yedi Menzili

İsterseniz Selçuki, Farsi, Rumi; isterseniz Ermeni, Sami, İbrani topraklardan hatta hakikatin bağrından kopup gelen, sevdiği kadını arayan bir âşık deyin; isterseniz alın elinize kalbimi, işitin sizin için atan nağmeleri. Ben ki nurunu Allah’tan, sabrını imandan almışım; ömrümü “hâl ve kâl” arasında geçirmişim, nice pir, rind, kalender tanımışım, yolları seccadem bilmişim de gelip size “câmı ceminizden mey verin bana,” demişim. Sultanım siz de bakın bakalım, içtiğiniz su, yediğiniz ekmek kadar gerçek miyim, yoksa sizin için deli divane miyim?

13. yüzyılda, Diyarı Rum’da Tebrizli Arif’in, Taşbek Baba’nın, Porine’nin, Mahperi Sultan’ın iç içe geçen yolculuğu… Başka türlü Müslümanlarla, ruhban sınıfını kabullenmeyen Hıristiyanların yol arkadaşlığı… İsa’nın çocukları, Ali’nin çocukları için yas tutuyor, mumlar yakıyor…

Aşkın Yedi Menzili, ezber bozanların hikâyesi… Aşkın ve adaletin romanı…

Haluk İnanıcı, çitlembik ağacının gölgesinde gördüğü düşleri anlatıyor… Fısıltıları dillendiriyor…

Aşkın Yedi Menzili’nin bir bölümünü okumak için lütfen tıklayınız.

Kitabın websitesine gitmek için tıklayınız.

Samoslu Kız/Samyotisa

İstanbul’da tanıdım Samyotisa’yı. Yaşına rağmen hâlâ inceliğini muhafaza eden, dokunsan kırılacak kadar narin güzelliği… Yılların yorgunluğunu, acılarını gizlemeyi başaran sıcak gülümsemesini… Samos’ta buluşalım demiştik.   

Uzun serüveni aslında daha o doğmadan başlamıştı. Ailesinin bir Ege sahil kasabasındaki zengin varlığını bırakıp sığındığı Samos, elindeki kıt imkânlarla kucak açmıştı onlara. Daha o günlerde başlamıştı kaderi nakış gibi işlenmeye. Tahrip edilen geçmiş zenginliklerini unutarak yeni bir hayat kurmuşlardı bu fakir adada.

Brüksel’i Farklı Gezmek

Brüksel’e dört yıl içinde ikinci gelişimiz. Geçen sefer de aralık ayını seçmişiz. Bu kez yanımızda 12 yaşındaki çocuğumuz var. Noel’in o süslü sokaklarını görmesi için tercihimizi zihnimizde iz bırakan Brüksel, Bruges, Gand lehine kullandık. Kış soğuğunu göze alıyoruz; neyse ki, yağmursuz çok güzel altı gün geçiriyoruz bölgede. Brüksel deyince iki imge gelirdi aklıma. İlki, insana yağmurlu havayı sevdiren ve sanki o hava sadece Brüksel’e özgüymüş hissi uyandıran, Dalida’nın söylediği İl Pleut sur Bruxelles (Yağmur yağıyor Brüksel’e) şarkısı… Sanki bu parça Dalida’nın söylemesi için yazılmış. Dalida’nın o kendine özgü sesinin kattığı derinlik ve lezzet hüzünlü bir şarkıyı bile şehrin simgesi haline getirmeye yetmiş.

Atina’yı Farklı Gezmek

Kuzey Yunanistan ve Atina’ya yıllardır gidip geliyorum. En son geçen yıl bir grup arkadaşımızla gitmiştik. Gezi Atina’da ikamet eden bir dostumuz tarafından detaylı planlanmıştı. Zamanımız sınırlıydı ve Marcopolo’dan Sounio’ya kadar sahil şeridi de geziye dahildi. Arada bir bağa gidip şarap fabrikasında tadım merasimine de katılacaktık. Yunan rehberimiz eşliğinde Akropolis’ten Keramikos’a doğru yürürken programda Antik Agora ve Attalos Stoası’nın olmadığını öğrenince hem şaşırmış hem de üzülmüştüm. Doğrusu program ne kadar sıkışık olursa olsun bunu aklıma getirmem mümkün değildi.

Dinle Lisa

“Son bir ders daha aldım Lisa’dan: Aşk insana, sanılanın tam tersine, gerçeği öğretirmiş. Lisa’ya ‘kimsenin kimse için söylemediği şeyler söylemeye’ söz vermem bu nedenledir.”

Dinle Lisa, bir hasret romanı. Toprağından, çocukluğundan, gençliğinden, yetişkinliğinden, geleceğinden kovulmuşların iç dünyasında hayat buluyor. Dinle Lisa, elbette bir umut romanı aynı zamanda… Toplumsal ve bireysel hayatın insanı mahkûm ettiği esaretten kurtulma imkânının olmadığı anlarda, hiç umulmayan, dahası, beklenmeyen yerlerden filiz veren, hiçbir öngörüye, plana sığmayan umutların dillendiricisi oluyor. Hasret ve umuttan doğan bir aşk da taçlandırıyor Dinle Lisa’yı… Bir armağan gibi yaşanan, paketinin kurdelelerini acı kırmızı avuçlarımıza bırakan bir aşk.

İsyan, kabulleniş, öfke, çaresizlik, direnme, çözülme ancak birbirinin halkasında gerçekliğini kazanabiliyor. Dinle Lisa, sorulmayan soruların niçin sorulmadığına da bakan, baktıkça büyüyen bir göze dönüşerek, Türkiye gerçeklerinin çok parçalı aynasına ışık oluyor; gözlerimizin önüne gerilen perdeyi yırtıyor… Nice acının içinden geçen bir şefkatle.