Roman / Gezi / Hukuk

Dinle Lisa

“Son bir ders daha aldım Lisa’dan: Aşk insana, sanılanın tam tersine, gerçeği öğretirmiş. Lisa’ya ‘kimsenin kimse için söylemediği şeyler söylemeye’ söz vermem bu nedenledir.”

Dinle Lisa, bir hasret romanı. Toprağından, çocukluğundan, gençliğinden, yetişkinliğinden, geleceğinden kovulmuşların iç dünyasında hayat buluyor. Dinle Lisa, elbette bir umut romanı aynı zamanda… Toplumsal ve bireysel hayatın insanı mahkûm ettiği esaretten kurtulma imkânının olmadığı anlarda, hiç umulmayan, dahası, beklenmeyen yerlerden filiz veren, hiçbir öngörüye, plana sığmayan umutların dillendiricisi oluyor. Hasret ve umuttan doğan bir aşk da taçlandırıyor Dinle Lisa’yı… Bir armağan gibi yaşanan, paketinin kurdelelerini acı kırmızı avuçlarımıza bırakan bir aşk.

İsyan, kabulleniş, öfke, çaresizlik, direnme, çözülme ancak birbirinin halkasında gerçekliğini kazanabiliyor. Dinle Lisa, sorulmayan soruların niçin sorulmadığına da bakan, baktıkça büyüyen bir göze dönüşerek, Türkiye gerçeklerinin çok parçalı aynasına ışık oluyor; gözlerimizin önüne gerilen perdeyi yırtıyor… Nice acının içinden geçen bir şefkatle.

ENDİŞELİ BİR ANAYASACI

Bu soru aynı zamanda son kitabımı neden yazma ihtiyacı duyduğumun da cevabı oluyor. Anayasa hukuku bir yönüyle pozitif hukuk dalı ama öbür yönüyle de siyasetle ve hayatla fevkalade iç içe geçmiştir. Daha doğrusu bir bakıma siyasi hayatın hukuki düzenlemesidir. Dolayısıyla diğer hukuk branşları gibi pozitivist bir hukuk bakışıyla anlamlandırmak mümkün değil.

Endülüs’ü Farklı Gezmek

Müslüman dünyayla Hristiyan dünyanın her bakımdan bir araya geldiği, kaynaştığı, yüz yıllarca iç içe geçtiği bir yer: Endülüs. Haluk İnanıcı, bu hayranlık uyandırıcı coğrafyada klasik gezi formu sınırları dışına çıkarak tarihî, sosyal ve kültürel doku içinde dolaşırken güzelliklerin içine gizlenmiş acıları hissediyor, taşların arkasını gözlüyor, söylencelere kulak kabartıyor, hayaller kuruyor.Endülüs’ü Farklı Gezmek adının hakkını tam manasıyla veren, bir geziyi aynı zamanda kültür ve tarih yolculuğuna dönüştüren, okuru kendi merak labirentine çeken özel bir kitap.
“İstedim ki, Endülüs’ü gezenler benim hissettiklerimi hissetsin, yaklaşık dokuz asırlık bir uygarlığın izlerini sürerken kulağıma dolan ezgileri, dudağımdan dökülen şiirleri dinlesin.”

HAK ÖZNESİ OLARAK AVUKAT

Modern hukukta müvekkilleri adına hareket eden avukatlar “hakkın öznesi” konumunda değildirler. Hak öznesi müvekkilin kendisidir. Avukatın tarih sahnesine müvekkillerinden ayrı bir “hak öznesi” olarak çıkması ilk defa modern toplumun kuruluş aşamasında, 19.yüzyılda görülür. Bu dönemde avukat aynı zamanda modern toplumun “kamu sözcüsü”dür. Tebliğde avukatın “hak öznesi” olarak ikinci ortaya çıkışının, 20.yüzyılın son çeyreğiyle 21.yüzyılın içinde bulunduğumuz ilk döneminde gerçekleşmesi ve giderek yaygınlaşması tespiti yapılmaktadır. Günümüzde avukatın kendi hakları ve varlığının gerekçesi olan “demokratik hukuk”un savunulması için hareket etmesi onu müvekkilinden ayrıştırmakta ve bu haklar için mücadele eden bağımsız yönünü ortaya koymaktadır. Toplumsal hayattaki ihtiyacın gerektirdiği ve belirlediği,  giderek yaptığı işin toplumsal değerine ve insana yabancılaşan hukuk teknisyeni, pazar avukatı yanında bu yeni hak öznesi avukat, insan hakları aktivisti olarak belirmektedir.

Hamburg

Kasım, aralık aylarında Noel ışıklarıyla süslenmiş Avrupa şehirleri bir başka güzel. Noel hazırlıklarını ziyaret etmek o her meydanda kurulu küçük pazarları gezmek, o şenlikli havaya katılmak insanı tüm sıkıntılarından söküp atıyor. Sanırım eskinin sona ermesi, yeninin doğuşu insanlık için bitmek tükenmek bilmeyen umudu temsil ediyor. Biz de kendimize yeni umut kaynakları arıyoruz.

Herkesin Kendi Barosu Olabilir mi?

1969 tarihli Avukatlık Kanunu klasik avukatlık modelinin2 en güzel örneklerinden biridir. Harcında İstanbul Barosu avukatlarından Volf Çernis’in büyük emeği vardır. Ruhunu anlamak için kanunu, TBB’nin ilk başkanı Prof. Faruk Erem tarafından hazırlanan ve halen yürürlükte olan Meslek İlke ve Kuralları isimli dev eserle birlikte değerlendirmek gerekir. Erem’in bu eseri aynı zamanda bir meslek tarihi şerhi niteliği taşır. Meslek ilkeleriyle birlikte Avukatlık Kanunu bize Orta Çağ’dan bu yana yaklaşık 800 yıllık tarihi olan klasik avukatlık mesleğinin olgunlaştığı zirveyi gösterir.

Elbette kanunun ve Meslek İlke ve Kuralları’nın eskiyen hükümleri vardı. Ayrıca gelişen teknoloji dünyası karşısında bilgi verme hakkı sınırlarının genişletilmesi ihtiyacı doğmuştu. Mesleğe kutsallık (!) atfeden başka sıkıntılı hükümler de vardı. Ayrıca kanun Türkiye Barolar Birliği ve Adalet Bakanlığı’nı vesayet makamı olarak gösteren hükümler içeriyordu…

İşçi Avukat, Sadece Bir Kavramın Hikayesi mi?

İşçi Kavramı

İşçi sınıfının doğduğu klasik dönemde, daha ziyade, sanayi alanında çalışanlara kol emekçilerine işçi denirdi. Bu nedenledir ki, klasik sendikal örgütlenme bu işçiler arasında doğmuş ve gelişmiştir. Zihinsel emeğini kullanarak hayatını kazanan insanlara küçük burjuva demekle yetinilirdi çoğu zaman. Yani bazen işçi sınıfı yanında yer alan, bazen egemen sınıfların yanında yer alan güvenilmez insan anlamında kullanılırdı. Zihinsel emeğin ağırlık taşıdığı hizmet sektöründe yer alanlara işçi denilip denilemeyeceği konusunda; işçi-memur, mavi-beyaz yakalı kavramları üzerinden yapılan tartışma literatürü epeyce zengindir. Günümüzde bu tartışma sona ermiş gibidir. “Oysa günümüzde istihdam ve ücretliler içinde sanayi işçisi azınlık durumundadır. İşçilerin, ücretlilerin çoğu hizmet sektöründe çalışmaktadır… Öte yandan sanayi işçisi de kendi içinde bir evrim geçirmiştir. Bilimsel ve teknolojik gelişme sonunda, mavi yakalılar ile beyaz yakalılar arasındaki keskin ayrım silikleşmeye başlamıştır.

Kapadokya’dan Kayseri’ye: Yorgun Topraklar

Aşkın Yedi Menzili’nde Kayseri şehri doğrudan yer almaz. Adeta Konya’nın gölgesi gibi geridedir. Anadolu’nun başkenti Konya’nın ezeli rakibi Kayseri’nin kaderi midir hep ikinci planda kalmak? Adını Sezar’dan alan kaç şehir vardır Diyarı Rum’da. İkisinin adı da Romalılar tarafından konulmuştur da neden Konya öne geçmiştir? İkonium ve Ceasera… Sezar, Küçük Asya seferinde kendi adını taşıyan bu şehre uğramamış olabilir mi? Neden ünlü “Veni, Vidi, Vici” darbımeselini Tokat’ta değil de burada söylemiş olmasın? Ya İskender… Gordion’da, ona Doğu’nun kapısını açan ünlü düğümü kestikten sonra Kapadokya’ya yöneldiğine göre, Kayseri’ye uğramamış olabilir mi?

KASTORİA

Kastoria ismini duyunca içim pır pır eder. Makedonya’nın bu kasabasının adıyla çocukluğumdan beri beraber yaşadım desem yeridir. Aile içinde Osmanlı dönemindeki adıyla Kesriye denirdi daha ziyade. Lakin ben kunduz (kastori) kelimesinden türeyen orijinal ismini tercih ediyorum. Kunduzlar ülkesi… Bu ismi sevmemde çocukluğumun çizgi roman karakterinin “Hay bin kunduz!”[i] repliğinin payı var mıdır bilmiyorum… Orada doğan dedem, ninemiz ve orayı büyüklerinden dinleyen teyzelerimizin dilinden düşmezdi. Şirin bir belde olduğunu, bir gölün kenarında bulunduğunu; Rum, Müslüman, Yahudilerin birlikte yaşadığını; kasabada bahçeli bir evimizin, yakındaki Rupişta’da bir çiftliğimiz olduğunu; Mavrahori’ye sıkça gidildiğini bilirdim. 

[i] Çizgi roman kahramanı Kaptan Swing’in ünlü repliği.

Konya’ya, Tebrizli Arif Makamına Yolculuk

İlk yolculuğum “Neden Konya’ya oldu?” bilmiyorum. Kendiliğinden gelişti her şey. Bir sabah içime doğdu ve o hafta sonu gitmeyi kararlaştırdım. Daha önce de birkaç kez ziyaret etmiştim. Ama bu kez farklıydı. Romanımın kahramanı Tebrizli Arif’in gizemli yolculuklar yaptığı, Bacıyanı Rum ve arîfeler arasında nam salan Hümeysa’nın doğduğu, hem maddi âlemin, hem de manevi âlemin basamaklarını sabırla tırmanan Emir Nureddin’in yaşadığı, Selçuklu Devleti’nin başkentini ziyaret edecektim. Belki de romandaki tüm yolların Konya’dan geçmesiydi beni çeken. Belki bu yüzden Konstantinopolis, Amasya, Alaiye, Beyşehir gibi şehirler arka sıralara kaldı.

KORONAVİRÜS, HAK VE ÖZGÜRLÜKLER, YANILSAMALAR, TOPLUMSAL SAVUNMA

Koronavirüs ve Küresel Sınav
İnsanlık ilk defa sınır tanımayan küresel bir virüs saldırısının aynı anda muhatabı olmuş durumda. Korona yüksek hızla tüm dünyayı etkisi altına alan bir salgın hastalık olarak diğerlerinden ayrılıyor. Oysa SARS, MERS ya da grip türünden virüsler ya bölgesel kalmıştı ya da bu kadar hızla yayılmamıştı.
Korona’nın sosyal ve ekonomik düzene küresel boyutta yapacağı etkiler konusunda görüşler, varsayımlar, iddialar hızla yayılıyor. Hatta sistem karşıtı düşünceler de tembellik hakkı, zamanın yavaşlaması, insani faaliyetlere vakit ayırma vb. biçimlerde sesini duyurmaya başladı. Bu konulara girmeden Korona’nın hayatımıza yaptığı etkilerin, devlet düzenlemelerinin, sokağa çıkma yasağı taleplerinin hak ve özgürlükler boyutu üzerinde durmaya çalışacağım.

Kubadabad Sarayı’na, Mahperi Sultan Hatırasına Yolculuk

Bu sabah Beyşehir’e gideceğim. Daha akşam yatarken heyacan sarmıştı her yanımı. Roman kahramanım Mahperi Hatun’un yaşadığı 800 yıllık Kubadabad Sarayı’nı görecektim. Tabii geriye ne kalmışsa onu… Bu muhteşem kasrın onun firuze gözlerine adandığını, romanda hükümdar bizzat söylemişti karısına. On yılı aşmıştı yapımı. Anlatılanlara göre; bir göl kenarında yapılmış, cihanın o güne kadar görmediği güzellikteydi saray. Mahperi ve Alaeddin’in büyük aşkları doğurmuştu onu. Ardından Mahperi ve Tebrizli Arif’in ateşi aşk içinde kavruldukları, kevser içinde yüzdükleri bir cennete dönüşmüştü.

Mahkemelerine Hukuk Gelmiş Memleketimin.

O gün mahkemede öylesine büyük stres yaşamıştım ki, akşam yatağıma uzandığımda deliksiz uyumuşum. Gözlerimi kapar kapamaz kendimi güzel bir rüya içinde buldum.

Rüyamda, her zamanki sabah yürüyüşünün ardından büroma gidiyorum. Daha kapıdan girerken arkadaşlarım yanıma koşuyor. Hükümet, Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Kurulu kararı uyarınca büyük bir proje başlatmış. “İstanbul’da imar plan değişiklikleri ile yapılan tüm büyük binalar yıkılacakmış!” Yüksek mahkeme, plan değişiklikleriyle yapılan bu yüksek binaların yöneticilere “rüşvet-çıkar” sağlanmadan yapılmasının mümkün olmadığını ve bu ranttan yararlanıp buradan taşınmaz satın alanların da bu suça iştirak ettiğini belirterek   “Hukuka aykırı davranışta bulunanların zarar ziyan iddiasında bulunamayacaklarına,” karar vermiş. Hükümet bu karara dayanarak, tüm binaları yıkacak ve şehrin nefes almasını sağlayacakmış. Hatta, “Koruları, beton yollar yaparak park haline getirme,”  kepazeliğini icat edenler hakkında da davalar açılmış. Şehrin Anadolu, Avrupa bölgesinde binalar kamulaştırılarak Emirgan Korusu büyüklüğünde iki büyük koru yapılacakmış. Haliyle “Allah’ım bu günleri de mi görecektim?” diye sevinçten uçuyordum.