PARİS’in KALBİ
Haluk İnanıcı
İKİNCİ BÖLÜM
SAINT–GERMAIN-DES PRÉS
Paris’in Kalbi: Saint Germain Bulvarı
Kuruluşu Paris’in kuruluşuna kadar giden Saint-Germain-des-Prés bulvarı ve sokakları bana göre Paris’in merkezidir. Bonaparte, Buci, Seine, Jacob, Saint André des Arts , Danton, Furstemberg sokakları… Bir anda karşınıza çıkacak Rue de l’Ancienne-Comédie sokağında Molière Tiyatrosu oyun oynamamış olabilir mi?
Yine Seine nehrine paralel uzanan Jacob sokağı tarihi bir olaya tanıklık etmiştir: 1783’te İngiliz büyükelçiliği burada 44 numarada bulunuyordu ve Benjamin Franklin’in Britanya ile Amerikan Bağımsızlık Anlaşması’nı müzakere ettiği yer burasıydı. Benjamin anlaşmayı Britanya topraklarında imzalamayı reddetti ve 3 Eylül 1783’te o ve John Adams anlaşmayı Franklin’in 56 numarada kaldığı York Oteli’nde imzaladılar.
Buci kavşağında yürürken karşıma (1848) elinde silahı ile “barikatlara” koşarken görülen, “Yara bende, bıçak da bendedir./Kurban da ben, cellat da benim” mısralarının sahibi Baudelaire çıkar. Charles Baudelaire bölgede birçok sokakta ve evde kaldı. Gezginler bu mahallede özel Baudelaire turu yapabilirler… Bu özel rotalar için de Internet’te gezi haritaları bulumak mümkün.
Gare du Nord’a (tren garı) gittiğimde karşıma; ömrünün 19 yılı sürgünde geçiren ve ancak 1870 yılında III.Napolyon’un Prusya karşısında uğradığı Sedan yenilgisinin ardından ülkesine dönebilen; kralcı düşüncelerini tamamen terk eden ve artık devrimci-cumhuriyetçi sayabileceğimiz Victor Hugo ile karşılaşırım. Gara her gidişimde aklıma, döndüğünde tren garında o ünlü konuşmasını yaparken sarf ettiği “Vatandaşlar, ‘ülkeme cumhuriyet geri geldiğinde döneceğimi’ söylemiştim size, döndüm, işte buradayım. “sözcükleri gelir. Bu ifade aynı zamanda cumhuriyetçi bir direnişin, mücadelenin simgesidir. Hugo’nun müze evi bir başka mahallede Voges meydanında bulunur.
Semtin her yeri 20.yy. düşünce akımlarının doğduğu, yaşadığı mekanlarla doludur. Ama benim içinen önemlisi Savaş sonrası özgürlük taleplerinnin ve Sartre-Beauvoir çiftinin etrafında toplanan Varoluşçular’ın yarattığı fırtınaya tanıklık edenleri…
Seine nehrine ulaştığımda “Bademlerden Say Beni” şiirini yazan, sevdiğim şair Paul Celan çıkar karşıma. Onun Ingeborg Bachman ile yaşadığı aşkı ve kendisini Seine nehrine atarak intihar etmesini düşünürüm. Bir şair nasıl intihar eder, böyle bir şeye hakkı var mıdır? Paris şairlerin hem doğduğu hem de ölmek için seçtiği bir şehir midir yoksa?
Bu kez eve yerleştikten sonra Deniz acıktığını söyleyince onu evin yakınında bulunan Procope Lokantası’na götürüyorum. Önce dışarıya oturuyoruz. Tuvalete gitmesini ve etrafa dikkatle bakmasını söylüyorum. Dönünce ne gördüğünü sorduğumda Jean Jacques Rousseau’nun resmini gördüğünü, eşyaların eski olduğunu söylüyor. Ona bu lokantanın Fransız İhtali’nin karargahı olduğunu söyleyip lokantayı anlatıyorum.
Saint Germain’de Öne Çıkan Yerler
Procope
Sicilyalı Prokopio tarafından 1686’da Comédie-Française’nin karşısında lüks bir şekilde dekore edilip kuruldu. 18.yy.’da Montesquieu, Voltaire, Diderot ve d’Alembert, Voltaire ve Rousseau’nun uğrak yeriydi. Ansiklopedi fikrinin d’Alembert ile Diderot arasında burada yapılan bir görüşmeden doğduğu, Benjamin Franklin’in ” XVI.Louis’in önerilen ittifakını “ burada hazırladığı belirtilir. Franklin 1790’da öldüğünde, Procope önünde sembolik bir cenaze töreni düzenlenir.
Danton ve Marat’nın önde gelenleri olduğu Cordeliers grubu Café Procope’ta buluşur. Robespierre ve Jakobenler de buraya gelirler. Duvarlardan birinde Camille Desmoulins‘den bir alıntı görülür. Bu nedenle ne zaman Procope lokantasına gitsem Robespierre’i, Danton’u, Marat’yı, Camille Desmoulins’i yoğun bir tartışma içinde bulurum, henüz birbirlerini yok etmeden önce…
19.yy.’da baş müşterileri arasında Musset, George Sand, Théophile Gautier’nin bulunduğu edebi bir kafe haline gelir. Le Procope aynı zamanda Paul Verlaine’in, o meşhur, tek başına içki içerken fotoğrafının çekildiği yerdir.
St Germain des Prés Kilisesi-Descartes
Semte adını veren Romanesk-gotik tarzda inşa edilmiş Saint Germain des Prés kilisesi, Paris’te ayakta kalan en eski kiliselerden biridir. İlk yapılışı 576 yılına kadar uzatılır. Mevcut kilisenin en eski kısmı olan çan kulesi yaklaşık 1000 yılından kalmadır. İsveç’te ölen Descartes’ın cenazesinden kalanlar bugün bu kilisede gömülü olup, mezarının üzerinde adı yazılı bir levha bulunmaktadır. Başı ise Musée de l’Homme‘da sergilenmektedir.
Saint Germain Kafeleri, Brassörileri, Bistroları
Bugün oturulup fotoğraf çekilen kafeler döneminin yazarlarının, sanatçılarının, düşünürlerinin günlük buluşma, çalışma mekanlarıdır. Eserlerin yazımına, siyasi ve kültürel kararların alınmasına bu kafeler mekan sahipliği yapardı. Bu kafelerin tarihi aynı zamanda Paris’in 20.yy.’ının entelektüel hayatının ve kültürel mücadelesinin tarihidir.
Les Deux Magots
Les Deux Magots, Saint Germain’deki iki efsanevi kuruluştan biridir. Ziyaret ettiğimiz tarihte 140. Yılını kutladığı söyleniyor. 15 Ocak 1930’da Breton‘a yönelik olan “Un cadavre” başlıklı bir broşürü bu kafede yazan Jacques Prévert, Raymond Queneau, Roger Vitrac, Max Morise, Michel Leiris, Georges Bataille, Georges Ribemont-Dessaignes Sürrealizm’den koparlar.
Paul Éluard, 1935 sonbaharında Dora Maar’ı Pablo Picasso ile bu kafede tanıştırdı .
James Joyce ve Ernest Hemingway, Ford Madox aracılığıyla ilk kez burada tanıştılar. Kimler yok ki müdavimleri arasında: Apollinaire, Éluard, Aragon, Triolet, Artaud, Breton, Derain, Desnos, Hemingway.
Kafe aynı zamanda Jean-Paul Sartre, Simone de Beauvoir, Albert Camus , François Mauriac’ın bulunduğu Varoluşçuların karargahlarından biriydi.
Bu gidişimde ne yazık ki, eski-tarihi pisuvarların değiştirildiğini gördüm çok üzüldüm. Bir garsona daha önce tartışırken kavga yerine birbirlerine yumurta atanlar için hazırlanmış bir sepet içinde duran yumurtaları göremediğimi sordum. Garson bilmediğini o dönemde çok genç olduğunu söyledi. Oysa pandemiden önceki gidişimde bir servis masasında sepet içinde duruyordu yumurtalar ve oğluma göstermiştim. İfade özgürlüğünü bu sepet içindeki yumurtalarla ne güzel anlatmıştım Deniz’e; birbirlerine kızınca dayak yerine yumurta atan bir kültürden öğrenecek çok şeyimiz olduğunu…
Üzülüyorum, Fransızlar da bize mi benzemeye başladı diye. Tarihi anlam yüklü simgelere neden saygı göstermeyi terk ediyorlar?
Café de Flore
Aydınların, ressamların, yayıncıların, yazarların, şairlerin, şarkıcıların, oyuncuların, film yapımcılarının buluştuğu, tanıştığı, büyük aşklara tanıklık eden mahallenin en ünlü ikinci kafesi. Tahminen 1887 yılında açıldığı söylenir. Art deco iç mekan çok az değişmiştir. Sürrealizmin burada doğduğu belirtilir. 1899 yılında yeni oluşturulan Action Française’nin yönetim toplantıları burada yapıldı. Guillaume Apollinaire 1913 yılında tesisin yönetimi üstlendi. Guillaume Apollinaire ve André Salmon “Les Soirées de Paris” (Edebiyat Geceleri) edebiyat dergisini bu kafede kurdular. 1912 yılında bu dergiye destek için Guillaume Apollinaire’in arkadaşları, burada edebiyat geceleri düzenlediler. Flore daha sonra “Nord-Sud” dergisinin merkezi görevini yürüttü. Kafe Dadaist grubun toplantılarına da tanıklık eder. Sürrealizm ve Dadaizm kelimelerinin de ebeliğini yapmıştır.
II.Dünya Savaşı’nda Alman İşgali altındayken bile aynı misyonunu sürdürdü. Pablo Picasso, Georges Bataille, Aragon, André Malraux, Marcel Carné, Serge Reggiani müdavimleri arasındaydı.
Temmuz 1943’te Jean-Paul Sartre, Simone de Beauvoir, Raymond Queneau, Maurice Merleau-Ponty, Albert Camus savaş sonrası döneme yönelik tartışmaları, değerlendirmeleri burada yürüttüler. Beauvoir ve Camus aynı yıl burada tanıştılar.
1945’te Jean-Paul Sartre merkezinde varoluşçu toplantılar bu kafede yapıldı. Kafe sayısız siyasi, edebi toplantının merkezi oldu.
1960’lı yıllarda sinema ve moda dünyası bu buraya taşınır: Christian Vadim, Jane Fonda, Jean Seberg, Roman Polanski, Marcel Carné. Brigitte Bardot, Alain Delon, Losey ve Belmondo, Simone Signoret, Yves Montand gibi oyuncular ve yönetmenler; Yves Saint Laurent ve Pierre Bergé, Rochas, Gunnar Larsen, Givenchy, Lagerfeld, Paco Rabanne, Guy Laroch gibi modacılar…
Brasserie Lipp
1880 yılında Leonard Lipp tarafından kurulan Alsace usulü bir brasserie. Paul Valéry, Antoine de Saint-Exupéry ve Ernest Hemingway gibi bir çok yazarın buluşma yeri. Hemingway “Paris Bir Şenliktir” adlı eserinde buradan da bahseder.
Jean Moréas, Paul Verlaine ve Guillaume Apollinaire gibi şairlerin buluşma merkeziydi.
La Palette
Seine sokağındaki güzel kafeye her gelişimizde mutlaka uğrarız. Yine uğradık. 20.yy.’ın ikinci yarısında faaliyete geçen İki salonlu bir kafedir. Ön tarafından bar ve arka tarafından resimlerle, aynalarla, seramiklerle süslü bir salon bulunur. Çok güzel bir ön terası vardır.
İlk zamanlarda yakında bulunan Beaux Arts/Güzel Sanatlar Akademisi öğrencileri için geleneksel bir buluşma yeriydi. 1930’lu yıllarda Cézanne, Picasso veya Braque gibi ünlü ressamların uğrak yeri oldu. II.Dünya Savasından sonra güzel bir kafe restoran olarak faaliyetine devam etti. René Char ve Camus burayı çok severdi. Jim Morrison sıkça uğrardı.
Müdavimleri arasına Ernest Hemingway ve Jim Morrison, Harrison Ford ve Julia Roberts gibi bazı çağdaş ünlüler de katıldı. Son dönemde hem Parisli gençlerin hem de turistlerin ziyaret yeri haline dönüştü. Burası aynı zamanda Türk aydınlarının da sevdiği, buluşma mekanı olarak seçtiği bir kafedir.
1984 yılından beri tarihi eser olarak koruma altındadır.
Saint Germain Edebi-Fikri Gezi Güzergahı
Saint-Germain-des-Prés’de yaşayan edebiyatçı ve düşünür portreleri de neredeyse Fransız düşün tarihinin resmi geçididir. Sadece merkezde bir süreliğine yaşayan, veya orada ölen veya orada bir faaliyette bulunan bu insanlardan bazılarını hatırlamak semtin havası hakkında bilgi verecektir: Rue[ Lille Prosper Mérimée, Tristan Tzara ve Jacques Lacan, quai Voltaire Alfred de Musset, Victor Hugo, George Sand, Anatole France, rue L’Université Françoise Sagan, Rue du Bac Andre Malraux, rue Bonaparte Jean-Paul Sartre, rue Saint Benoit Marquerite Duras, rue Jacob Hemingway, rue Visconti Racine, Balzac’ın basımevi, rue Beaux-Arts Oscar Wilde, rue Bonaparte Henri Troyat, rue Mazarin Roland Barthes, rue Jacob Jules Verne, rue Buci Arthur Rimbaud, rue des Grands-Augistins Balzac ve Picasso, Apollinaire, Bruyère, rue de Savoie Blaise Cendrars, rue Séguier Henri Michaux, Albert Camus, Rimbaud’un anılarını taşır. Çoğunun kapısında bu anıyı anımsatan tanıtım levhaları bulunur.
Hoteller
Saint-Germain-des-Prés’deki hoteller 20.yy.’da şehirde kalma ihtiyacını karşılamanın ötesinde yerli ve yabancı yazarların, şairlerin, ressamların, müzisyenlerin, sinemacıların hasılı “yaratıcı faaliyetlerde” kendini göstermeye çalışan, düşünen insanların buluşma yerleridir. Bölgede bulunan Angleterre, Louisiana, Hotel du Quai Voltaire gibi hoteller zamanında hem kültürel hem siyasi hareketlerin ya merkezi ya da tanığıydı. Bu nedenle semtteki bu eski holellerini, 20.yy.’ının düşünce-sanat tarihinin mekanları olarak düşünmek semte yapılacak geziye boyut katacaktır. Otelleri yaşantılarıyla birlikte ayrıca anlatacağım.
İki Sokak
Saint Germain’in tüm sokakları Orta Çağ’dan beri süre gelen tüm tarihi, kültürel izleri taşımaya devam etmektedir. Hemen hemen her sokağında bir tarihi veya kültürel izi veya Nazilere karşı direnen Direnişçilerin öldüğü yere yapılan plaketleri görmeniz mümkündür. Burada Saint-Germain-des-Prés’nin sadece iki sokağındaki birkaç ize değinebiliyorum. Bu semtin ya da Paris sokaklarının kültürel mirasının boyutlarını varın siz düşünün…
La Rue Jacob
Hôtel d’Angleterre daha sonra Hôtel Jacob oldu ve Hemingway ile eşi Hadley, 22 Aralık 1921’de Paris’e vardıklarında ilk olarak burada kaldılar. Richard Wagner 30 Ekim 1841’den 1842’ye kadar eşi Minna Planer ile birlikte burada yaşadı, “Rienzi” yi tamamladı ve “Uçan Hollandalı“nın bestesine başladı”. Hemingway, Joyce ve Scott Fitzgerald gibi 1920’lerin ‘Kayıp kuşağı’nın uğrak yeri olan Restaurant Michaud’a (daha sonra Comptoir des Saints Pères olarak anılacaktır) ev sahipliği yaptı. 1832’de Fransa’da “sosyalizm” terimini 1832 de ilk bu sokakta tanıtıldı. 1847’den 1852’ye kadar Prosper Mérimée bu sokakta yaşadı. Eugène Delacroix’nın 1824’te bir İngiliz arkadaşı olan Thales Fielding ile paylaştığı evi ve stüdyosu buradaydı. André Gide, Paul Claudel , Francis Scott Fitzgerald , Ezra Pound, Ernest Hemingway’in cuma günleri uğrak yeri olan, uzun yıllar burada bir edebiyat salonu tutan Amerikalı şair Natalie Clifford Barney’in evi bu sokakta bulunuyordu.
La Rue Seine
1945’te Sartre ve Beauvoir’ın “Les Temps modernes” dergisinin yaratıldığı “La Louisiane” oteli, 1834’te Polonyalı şair, Adam Mickiewicz‘in ikametgahı bu sokaktaydı. Şair Charles Baudelaire Mayıs 1854’ten 1855’e kadar burada kaldı. George Sand’ın yaşadığı bina burada bulunuyordu. Charles Baudlaire 1855’da Temmuz’dan Aralık’a kadar burada yaşadı. 1970’li yıllarda Pablo Picasso’nun pek çok eserinin sergilendiği Galeri 27’nin yeri, bugün yerini bir sanat galerisine bırakmış durumda. George Sand bu sokakta yaşadı. La Palette kafe-restoran bu sokakta bulunur. Popüler Rock’n Roll Circus gece kulübü buradaydı. Bir iddiaya göre rock grubu The Doors’un şarkıcısı Jim Morrison (1943-1971), Rock’n Roll Circus’ta öldü. İtalyan film yapımcısı ve aktör Marcello Mastroianni, 1996’daki ölümüne kadar uzun yıllar bu sokakta yaşadı.
Mahmoud Darwish Meydanı
Bu gezimde Pont Neuf’den D’Orsay Müzesi’ne doğru, Seine nehri voyunca yürürken çıkıyor karşıma. Place Mahmoud Darwish adını okuyunca duraklıyorum. Daha önce neden görmediğimi ve ilaveten bu o Mahmud Derviş mi? diye soruyorum kendime. Levhada itiraza mahal bırakmayacak şekilde “Filistinli Şair” yazıyor. Birkaç şiirini okumuştum önceden. İster istemez, Paris notlarımın, izlenimlerinin en önüne geçiveriyor büyük şair ve Filistin… Devam eden Gazze soykırımı karşısında sair tüm konular susar…
“Biz kaybettik, aşk da kazanamadı diyen” o Mahmud Derviş şiirlerden, mısralardan, imgelerden; “Kelimelerden Bir Vatan” örmüştü zihinlerde. Önemli bir şairdi ama meydana adının verilmesi başka bir şeydi. Hem de Faşist Netanyahu’nun hâlâ devam eden katliam zincirini destekleyen Fransa’nın başkentinde! Araştırıyorum. Paris Belediye Meclisi vermiş kararı 2010 yılında. Evet Batı ikiyüzlü çoğu zaman. Ama Batı’da her zaman hakikati ifade eden kanallar (ifade özgürlüğü) açık… Yani bizde yapılanın tersine, iktidar “hakikatin ifadesini” yok etmeye, engellemeye çalışmıyor. Çalıştığında da onu dengeleyecek başka kanallar açılıyor hemen. İşte Batı-Doğu farkı… Batı ikiyüzlü diyenler önce kendine bakmalı… Bilmiyorum, var mı İstanbul’da Mahmud Dervis Meydanı?
Sosyalist Belediye Başkanı yaptığı konuşmada “O, Paris’in bir bölümüne adını vererek onurlandırmak istediğimiz uçsuz bucaksız bir şair (…) Ama ilhamı çektiği acılardan, sürgününden doğan sıradan bir Filistinli şair değil.” diyor.
O aynı zamanda FKÖ üyesi sosyalist bir aydın, mücadele insanı. 68 kuşağından…
Temmuz ayımı özür mahiyetinde şairin bilmediğim şiirlerine ayırıyorum…
Paris Bir Şenliktir
Paris’le ilgili en güzel eserlerden biri Hemingway’in Paris günlerini kaleme aldığı “Paris Bir Şenliktir” kitabıdır.
Bu kitap aslında Saint Germain-Quartier Latin-Montparnasse semtlerine bir güzellemedir. Yazar kendi yaşantısını anlatırken bize, 20.yy.’ının ilk yarısının Paris’ini, o günlerin entelektüel dünyasını ve bu üç semtini de tanıtır.
Kitabı okuyarak Paris’e gelirseniz, onun yaşadığı yerlerin işlendiği harita marifetiyle özel güzergahı gezebilirsiniz.. Tıpkı onun gibi Contrescarpe meydanından yürümeye başlayıp, IV.Henri Lisesi’nin yanından ilerleyip Pantheon’u geçerek Saint Michel caddesine çıkabilir oradan Cluny ve Saint Germain Bulvarı’na yönebilir, onun gibi buradaki güzel kafelere kapağı atabilirsiniz. Ya da Jardin du Luxemburg’un kapılarının kapalı olduğunu varsayıp tıpkı onun gibi Vaugirard’a kadar park boyunca ilerleyip Cardinal Lemoine’da kaldığı eve doğru yürüyebilirsiniz.
O sıralarda evine yakın olan Monparnasse Bulvarı üzerinde bulunan Closerie des Lilas’ta Blaise Cendrars ile tartıştığını ya da Scott Fitzgerald ile sohbet ettiğini ya da Fitzgerald ile rue Jacob ve rue des Saint-Pères’in kesiştiği köşede bulunan Michaud’s lokantasında yemek yediklerini hayal edebilirsiniz.
Paris Şenliktir aynı zamanda dönemin Paris’inde sanatçıları ve yazarları koruyan Gerdrude Stein ile sanatçılar-yazarlar ya da bugün turistik bir kitabevi görünümünde olan o dönemde Odeon sokağında bulunan Shakespeare and Company’nin sahibi Sylvia Beach ile yazarlar arasındaki ilişkileri ve bu iki kişinin sanatçılara yaptığı yardımları da gözler önüne sermektedir.
Hemingway’in yazmayı ressam Cezanne’dan öğrendiğini söylediği yerle karşılaştığınızda şaşırırsınız. Meğerse ona yalın yazmayı Cezanne’ın resimleri öğretmiş…
Hemingway’in ilk romanı Güneş de Doğar’ın da içinde bulunduğu çantanın Paris’teki Lyon Garı’nda çalındığını ve sonra yeniden yazıldığını öğrendiğinizde onun adına üzülürsünüz.
Paris’te Bir Gece Yarısı Filmi
Woody Allen tarafından yönetilen film 2011 yılında gösterime girer. Senarist Gil Pender ve nişanlısı zengin aile kızı Inez Paris’e tatile gelirler. Gil antika dükkanında çalışan bir adamı konu alan ilk romanı üzerinde çalışmaktadır. Filmdeki kültür gezisi ilk başta Rodin müzesindeki küçük bir tartışma ile başlar. Bir akşam sarhoş olan Gil Paris sokaklarında yürürken önünde 1920’lerden kalma bir araba durur. O dönemin giysilerini taşıyan yolcular Gil’den kendilerine katılmalarını isteyince, Paris’in geçmiş zaman labirentlerine girilir. Filmin bundan sonrası bir zaman tüneli yolculuğu ve 1920’ler Paris’inin resmi geçiti mahiyetindedir. Gil yolcularla birlikte 20’lerde düzenlenen bir partiye katılır. Orada Scott Fitzgerald ve Zelda ile tanışır. Bu partiden Joséphine Baker’ın dans ettiği Bricktop’s’ta , ardından Gil’in Ernest Hemingway ve Juan Belmonte ile tanıştığı bir kafeye geçerler. Hemingway’le tanışır, ona romanını dönemin sanat koruyucusu Gertrude Stein’a okutmasını önerir. Bu zaman ötesi yolculuklar geceleri devam eder. Müteakip buluşmada Gil, Hemingway’in bir ziyaretine katılır. Orada Gertrude Stein, Picasso ve metresi Adriana ile tanışır.
Bir başka gece araba Adriana ile Gil’i Paris’in altın çağı olarak anılan Belle Époque (1871-1914) dönemine götürür. Önce Maxim’s‘e, ardından Moulin Rouge‘a giderler. Burada Henri de Toulouse-Lautrec, Paul Gauguin ve Edgar Degas ile tanışırlar .
Film gerek bugünün Paris sokakları gerekse 1920’lerin gerekse 19.yy.’ının son dönemi sokaklarını gezdirmenin yanı sıra Paris’in iki önemli dönemini gözlerimizde canlandırır. Paris tutkunlarının izlemeden edemeyeceği bir film…
Boris Vian ve Balzac’ın Paris’leri
2. bölümü bitirirken, Boris Vian’ın Saint Germain-des-Prés’yi anlatan Rehberi ve Balzac’ın eserlerinde geçen Paris imgesine değinmek istiyorum. Bu iki yazardan bahsetmememden onları unuttuğum sonucu çıkarılmasın.
Paris’in hırçın ve aykırı çocuğu; “Mezarlarınıza Tüküreceğim” isimli romanın müellifi, müzisyen-yazar Borıs Vıan sanıyorum bir Saint-Germain-des-Prés rehberi yazmayı akıl eden ve hayatı bu semtte geçen ilk Parisli. Eserinde 20.yy.’ın ilk yarısı Saint Germain’inin ve yeraltı hayatının bir anlamda tarihini anlatıyor. Yüzyılın ilk elli yılında yaşayan, öne çıkan mekanları, insanları, ilişkileri kendi bakışından sunuyor.
Bize dönemin kafe-bistrolarının listesini veriyor. Le Flore, Les Deux Magots, Le Royal Saint-Germain, Lipp, La Reine, Blanche, Le Montana, Le Civet, Saint-Germain Kulübü, Sain-Germain Kulübü Kitapçısı, Le Bonaparte, Le Crystal, Le Bougnat, La Rhumerie Martiniquaise, Le Méhpisto, La Pergola, Le Saint-Claude, La Rose Rouge, Le Vieux-Colombier, Le Carrefour. Paris ziyaretinde bu işletmelerin bir kısmının hâlâ yaşadığını görmek mümkün.
Bir yazısında “Tezatlar ülkesi, çamur deryası; at pisliğiyle kusursuz güzelliğin, değerliyle değersizin, zenginlikle sefaletin, çığırtkanlarla asillerin, lüksle yoksulluğun, erdemle kötülünüğün ahlakla sapıklığın bir arada barındığı memleket” diye tanımlıyor Paris’i Balzac.
İlki romanlarında, yazılarında 1830-40’ların Paris’ini diğeri 1900-1950 arası Saint Germain-des-Prés’yi anlatan bu yazarlar ayrı bir yazı bölümünde değerlendirmeyi hak ediyor.
Komşu Mahalle: Quartier Latin ve Çevresi
Neredeyse Saint Germain ile iç içe geçmiş Quartier Latin (Latin Mahallesi) ayrı bir yazı konusu ise de komşuluk hasebiyle kısa da olsa bu yazıma giriverdi.
Latin Mahallesi Paris’in birçok simgesel yapısının bulunduğu semttir. İlk elde saymak gerekirse, Paris’in antik dönemden kalan Cluny Müzesi ve kalıntıları çevrede bulunur. Lutèce Arenası kalıntısı buraya yakındır. Şu İstanbullu imparator Julianus’un askerleri tarafından Roma imparatoru ilan edildiği yer… Ama bugün için önemi tüm ulusal entelektüel varlığına ait kişilerin mezarlarını alt katında barındıran Pantheon göz alıcı bir yapı olarak mahallenin ortasında bulunur.
Alt katta bir film odası vardır. Film odasında, mezarları Pantheon’da bulunan önemli Fransız siyasetçilerinin-intelektüellerinin cenazelerinin buraya taşınma törenlerini içeren orijinal filmler gösterilir. Çok etkileyicidir. Bunlardan biri de Victor Hugo’nun cenazesinin buraya getirilmesi törenidir.
Foucault Sarkacı
Dünyanın kendi etrafında döndügünün ispatı anlamında ilk deney fizikçi Léon Foucault tarafından 1851 yılında Pantheon’da kalabalık önünde yapılmıştır. Foucault, kubbenin ortasına 67 metrelik çelik tele bağlı 28 kg ağırlığında bir demir top asarak yapmıştır deneyini. Topun alt tarafına sivri bir uç takılarak, yere serili ince kum tabakasında, bu ucun bıraktığı izlerden yararlanarak, Sarkacın salınım düzleminin gözle görünür biçimde döndüğü gözlenir. Bu düzenek, kum yerini derece sistemine bırakarak halen ilk asıldığı yerde durmaktadır.
Turistlerin gözdesi, bizim Asmalımescid’e benzeyen Mouftarde sokağı burada bulunur.
Adına şarkılar yazılan ünlü Jardin du Luxemburg da bölgede yer alır. Her gezginin mutlaka uğradığı, havuzun yanında bulunan banklarda, demir sandalyelerde güneşin keyfini çıkardığı harika bir park. Parkın içinde yer alan Medici Çeşmesi göz alıcı görüntüsüyle ziyaretçisini serinletir.
Özellikle çocuklu aileler için mutlaka uğranması gereken bir bahçe. Çocuğunun, kiralanan küçük-oyuncak yelkenlerini küçük gölde gezdiren Fransız çocukların arasına katılmasını sağlamak bence Paris’te zorunlu aktivitelerden biridir. Burada bir Parisli gibi kuytu sessiz bir köşede kitabınızı okuyabilir, kulaklığınızla müziğinizi dinleyebilirsiniz. Latin mahallesine devam edeceğiz.
01.7.2024
© Haluk İnanıcı, Kısmen ya da tamamen kopyalanamaz.