Hukuk Yazılarım

Avukatlar Oradaydı ÇHD Davası

Önünüzdeki dosya ve tutanaklara bakınca, beyanların tamamının gerçek dışı olduğunu “siz” görebiliyorsunuz. Bağlaçlar ve hitaplar dışındaki her kelimesi yalan!

Bu öykünün sonunda asıl utanacak, unutulmayı dileyecek ve unutulmuş olmayı umacak olan sizsiniz; ama sizin adınızı ve yaptığınız işi unutacağımızı da asla düşünmeyin Biz halkın avukatlarıyız, Karagöz’le Hacivat’ı öldürenlerin künyesi bizde hala kayıtlıdır.

Ayşe Öğretmen Davası

Bir Müdafinin, “Vatandaş Sıfatıyla” Duruşma İzlenimleri           

39 sanık, yüzün üzerinde avukatla başlayan bir duruşmadayım. Malumunuzdur, Ayşe öğretmen, 8 Ocak 2016’da Beyazıt Öztürk’ün (Beyaz’ın) programına bağlanıp hani “Diyarbakır’da insanlar ölüyor, çocuklar ölüyor,” dediği için yargılandığı dava. 38 kişi de, “Ayşe öğretmenin söyledikleri suçsa biz de aynı şeyleri söylüyoruz, yargılayacaksanız bizi de yargılayın,” diyenler.

23 Eylül 2016’daki ilk duruşmada izleyici bölümündeyim. Mahkeme heyeti genç sayılabilecek hâkimlerden oluşuyor. Savcı saçları dökülmeye yüz tutmuş ilk bakışta insanı yanıltabilecek tonton bir görünüşe sahip. Sol ön köşede bulunan büyük televizyon ekranı duruşmalara yeni giren elektronik izleme sistemine, ortamın, konuşulanların kaydedildiğine, izlendiğine işaret ediyor. Yeni tanıştığımız yargılama teknolojisinin neye, kime, nasıl hizmet edeceğini henüz bilmiyoruz…

Bir Kitap, Bir Halk Çocuğu, Bir Avukat Bir Cinayetin Ötesi ve Türkiye’de Hukukun, Yargının Serencamı

Utanç Duyuyorum!

Avukat Fethiye Çetin’in “Utanç Duyuyorum!” isimli “Hrant Dink Cinayetinin Yargısı”nı anlattığı kitabı, geçtiğimiz yılın eylül ayında Metis Yayınevi’nden yayınlandı. Kitabı elime aldığımda bir cinayet davasının öyküsü ile karşılaşacağımı sanmıştım. Yanılmışım! Kitap, bir cinayet davasının çok ötesinde 2004-2007 Türkiye’sinin zihni/ahlaki kılcal damarlarını ve bu damarların içinden akan sıvının rengini gözler önüne seriyor.

ENDİŞELİ BİR ANAYASACI

Bu soru aynı zamanda son kitabımı neden yazma ihtiyacı duyduğumun da cevabı oluyor. Anayasa hukuku bir yönüyle pozitif hukuk dalı ama öbür yönüyle de siyasetle ve hayatla fevkalade iç içe geçmiştir. Daha doğrusu bir bakıma siyasi hayatın hukuki düzenlemesidir. Dolayısıyla diğer hukuk branşları gibi pozitivist bir hukuk bakışıyla anlamlandırmak mümkün değil.

HAK ÖZNESİ OLARAK AVUKAT

Modern hukukta müvekkilleri adına hareket eden avukatlar “hakkın öznesi” konumunda değildirler. Hak öznesi müvekkilin kendisidir. Avukatın tarih sahnesine müvekkillerinden ayrı bir “hak öznesi” olarak çıkması ilk defa modern toplumun kuruluş aşamasında, 19.yüzyılda görülür. Bu dönemde avukat aynı zamanda modern toplumun “kamu sözcüsü”dür. Tebliğde avukatın “hak öznesi” olarak ikinci ortaya çıkışının, 20.yüzyılın son çeyreğiyle 21.yüzyılın içinde bulunduğumuz ilk döneminde gerçekleşmesi ve giderek yaygınlaşması tespiti yapılmaktadır. Günümüzde avukatın kendi hakları ve varlığının gerekçesi olan “demokratik hukuk”un savunulması için hareket etmesi onu müvekkilinden ayrıştırmakta ve bu haklar için mücadele eden bağımsız yönünü ortaya koymaktadır. Toplumsal hayattaki ihtiyacın gerektirdiği ve belirlediği,  giderek yaptığı işin toplumsal değerine ve insana yabancılaşan hukuk teknisyeni, pazar avukatı yanında bu yeni hak öznesi avukat, insan hakları aktivisti olarak belirmektedir.

Herkesin Kendi Barosu Olabilir mi?

1969 tarihli Avukatlık Kanunu klasik avukatlık modelinin2 en güzel örneklerinden biridir. Harcında İstanbul Barosu avukatlarından Volf Çernis’in büyük emeği vardır. Ruhunu anlamak için kanunu, TBB’nin ilk başkanı Prof. Faruk Erem tarafından hazırlanan ve halen yürürlükte olan Meslek İlke ve Kuralları isimli dev eserle birlikte değerlendirmek gerekir. Erem’in bu eseri aynı zamanda bir meslek tarihi şerhi niteliği taşır. Meslek ilkeleriyle birlikte Avukatlık Kanunu bize Orta Çağ’dan bu yana yaklaşık 800 yıllık tarihi olan klasik avukatlık mesleğinin olgunlaştığı zirveyi gösterir.

Elbette kanunun ve Meslek İlke ve Kuralları’nın eskiyen hükümleri vardı. Ayrıca gelişen teknoloji dünyası karşısında bilgi verme hakkı sınırlarının genişletilmesi ihtiyacı doğmuştu. Mesleğe kutsallık (!) atfeden başka sıkıntılı hükümler de vardı. Ayrıca kanun Türkiye Barolar Birliği ve Adalet Bakanlığı’nı vesayet makamı olarak gösteren hükümler içeriyordu…

İşçi Avukat, Sadece Bir Kavramın Hikayesi mi?

İşçi Kavramı

İşçi sınıfının doğduğu klasik dönemde, daha ziyade, sanayi alanında çalışanlara kol emekçilerine işçi denirdi. Bu nedenledir ki, klasik sendikal örgütlenme bu işçiler arasında doğmuş ve gelişmiştir. Zihinsel emeğini kullanarak hayatını kazanan insanlara küçük burjuva demekle yetinilirdi çoğu zaman. Yani bazen işçi sınıfı yanında yer alan, bazen egemen sınıfların yanında yer alan güvenilmez insan anlamında kullanılırdı. Zihinsel emeğin ağırlık taşıdığı hizmet sektöründe yer alanlara işçi denilip denilemeyeceği konusunda; işçi-memur, mavi-beyaz yakalı kavramları üzerinden yapılan tartışma literatürü epeyce zengindir. Günümüzde bu tartışma sona ermiş gibidir. “Oysa günümüzde istihdam ve ücretliler içinde sanayi işçisi azınlık durumundadır. İşçilerin, ücretlilerin çoğu hizmet sektöründe çalışmaktadır… Öte yandan sanayi işçisi de kendi içinde bir evrim geçirmiştir. Bilimsel ve teknolojik gelişme sonunda, mavi yakalılar ile beyaz yakalılar arasındaki keskin ayrım silikleşmeye başlamıştır.

KORONAVİRÜS, HAK VE ÖZGÜRLÜKLER, YANILSAMALAR, TOPLUMSAL SAVUNMA

Koronavirüs ve Küresel Sınav
İnsanlık ilk defa sınır tanımayan küresel bir virüs saldırısının aynı anda muhatabı olmuş durumda. Korona yüksek hızla tüm dünyayı etkisi altına alan bir salgın hastalık olarak diğerlerinden ayrılıyor. Oysa SARS, MERS ya da grip türünden virüsler ya bölgesel kalmıştı ya da bu kadar hızla yayılmamıştı.
Korona’nın sosyal ve ekonomik düzene küresel boyutta yapacağı etkiler konusunda görüşler, varsayımlar, iddialar hızla yayılıyor. Hatta sistem karşıtı düşünceler de tembellik hakkı, zamanın yavaşlaması, insani faaliyetlere vakit ayırma vb. biçimlerde sesini duyurmaya başladı. Bu konulara girmeden Korona’nın hayatımıza yaptığı etkilerin, devlet düzenlemelerinin, sokağa çıkma yasağı taleplerinin hak ve özgürlükler boyutu üzerinde durmaya çalışacağım.

Mahkemelerine Hukuk Gelmiş Memleketimin.

O gün mahkemede öylesine büyük stres yaşamıştım ki, akşam yatağıma uzandığımda deliksiz uyumuşum. Gözlerimi kapar kapamaz kendimi güzel bir rüya içinde buldum.

Rüyamda, her zamanki sabah yürüyüşünün ardından büroma gidiyorum. Daha kapıdan girerken arkadaşlarım yanıma koşuyor. Hükümet, Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Kurulu kararı uyarınca büyük bir proje başlatmış. “İstanbul’da imar plan değişiklikleri ile yapılan tüm büyük binalar yıkılacakmış!” Yüksek mahkeme, plan değişiklikleriyle yapılan bu yüksek binaların yöneticilere “rüşvet-çıkar” sağlanmadan yapılmasının mümkün olmadığını ve bu ranttan yararlanıp buradan taşınmaz satın alanların da bu suça iştirak ettiğini belirterek   “Hukuka aykırı davranışta bulunanların zarar ziyan iddiasında bulunamayacaklarına,” karar vermiş. Hükümet bu karara dayanarak, tüm binaları yıkacak ve şehrin nefes almasını sağlayacakmış. Hatta, “Koruları, beton yollar yaparak park haline getirme,”  kepazeliğini icat edenler hakkında da davalar açılmış. Şehrin Anadolu, Avrupa bölgesinde binalar kamulaştırılarak Emirgan Korusu büyüklüğünde iki büyük koru yapılacakmış. Haliyle “Allah’ım bu günleri de mi görecektim?” diye sevinçten uçuyordum.

TEKNOLOJİ TOPLUMLARI ve AVUKATLIK MESLEĞİ

Sevgili meslekdaşım, hiç kendinizi karşılaştığınız hukuki süreçlerde, muhakeme hukukunun sayısız normları arasında çaresiz hissettiğiniz oldu mu? Bir insani değeri savunurken, korkunç bir adli hata yapıldığını anlatmaya çalışırken size çok şekli bir cevap verildiğinde kahroldunuz mu?

Türkiye’de Avukatlık İdeolojisi

Hayatı tahayyül etmemize; anlamlandırmamıza; kendimizi “özne” (Althusser, 1978:71)  olarak görmemize imkan veren “genel ideoloji” (Belge, 1989:296) yanında; avukatlık mesleğinde ideolojiden bahsetmek aslında iddialı bir şey. Çünkü bir mesleğin kendi penceresinden bakarak tüm hayatı bütünlük içinde kavrayabilmesi; (Mardin, 1992:73) hatta ifade edebilmesi oldukça zor. Böyle bir iddiayı üyesi olduğu “lonca” dışında başka hayatı olmayan 13. yüzyıl avukatı ileri sürseydi belki garip kaçmayabilirdi.

YARGI KÜLTÜRÜ VE HUKUK ESTETİĞİ

Kültür ve estetik kelimeleri insanın düşünme ve yaratıcılık kapasitelerini ortaya koyan, niteliğini açıklayan kavramlar. Cumhuriyet kurulduğu günden beri sorunlu olan hukuk-yargı alanlarını bu kavramlarla anlamaya çalışmak sadece bir ironiye işaret etmiyor. Neyin olmaması gerektiği var olan kültür ve estetik düzeye bakılarak bir dereceye kadar anlaşılabilse de, olması gerekenin sorunlardan, açmazlardan yola çıkılarak tespit edilmesi mümkün değildir. Kavramlar bize konunun ilişkili olduğu başka toplumsal alanlarla birlikte anlaşılabileceğini de işaret ediyor.