Blog

Ανώνυμο110

Av. Haluk İnanıcı

11 Ocak günü Saraçhane Arkeopark’ta  (İBB Miras Kazıevi) Türkiye tarafı Prof.Dr.Nuray Ekşi, Slovenya ayağı Prof.Dr.Tadeja Jere Jakulin tarafından yönetilen ve Tübitak Projesi kapsamında, İBB ev sahipliğinde  düzenlenen “Sanat ve Kültür Varlıkları Uyuşmazlıklarına İlişkin Uzlaşma Mekanizmaları Konusunda Türk ve Slovenya Mevzuatlarının Karşılaştırılmasına İlişkin Proje” kapsamında ilk Çalıştay’a davet üzerine katıldım. Arkadaşım, değerli akademisyen Nuray Ekşi Kültür Mirası konusunu Fikri Mülkiyet Hakları açısından değerlendirmek üzere izlememi istemişti. Çalıştay Türk ve Sloven arkeologların ve hukukçuların müştereken yürüttüğü sanıyorum ilk etkinliklerden biri. Arkeolojiyle amatör düzeyde ilgilenen biri olarak ayrıca ciddi bir bilgi ziyafeti oldu benim için.

Bu vesile ile hep önünden geçtiğim Saraçhane Arkeopark bölgesindeki bir türlü giremediğim kazı alanına da girmiş oldum. Kazı Aziz Polieuktos Kilisesi’ne aitmiş. İlk kez Saraçhane geçidi yapılırken keşfedilmiş. Hıristiyanlığı ilk kabul eden ve bu nedenle öldürülen Romalı asker Polieuktos anısına 524-527 yılları arasında yapılmış. Kilisenin gerek 12. yüzyılda kullanım dışı kaldığı dönemde gerekse Haçlı istilasında yağmalandığı belirtiliyor. Kilisenin ilginç de bir öyküsü var. Babası imparator, anne tarafından da bir başka imparatorun torunu olan Anikia Iuliana, imparatoriçe adayı olarak yetiştirilmesinin ardından umutlarının suya düşmesi nedeniyle hayal kırıklığı yaşar. Son döneminin güçlü imparatoru “Iustinianus ile sanatsal alanda güç savaşına girmişAziz Polieuktos Kilisesi bu güç savaşının simgelerinden birine dönüşmüş. “Pahalı işçiliği, şatafatlı sanat eserleri ile kilise, Iuliana’nın konumunun ve gücünün büyüklüğünü” gösterirmiş. Yeni Ayasofya 532-37 döneminde açıldığına, ondan önceki imparatorluk kilisesi olan Sergios-Bachos ise 532-36 yıllarında inşa edildiğine, hatta onun kilisesiyle yarışmak üzere açıldığı söylendiğine göre kalıntılarını gördüğüm kilise bir zamanlar İstanbul’un en önemli kiliseleri listesinde kısa süre de olsa başı çekmiş muhtemelen. Neyse bu konuya fazla girmeyeyim. Dileyen atıf verdiğim makaleye bakabilir.

Çalıştay’ın ilk oturumunu yöneten Prof.İlber Ortaylı bir açılış konuşması yaptı. Tarihi eser ve müzecilik konusunda gerçeği yansıtmayan şehir efsanelerinden bahsetti. Her zamanki gibi ağzından bal damlıyordu. Bir tanesinden bahsedeyim. “Efendim Arkeoloji Müzesi’nde eserlerin yüzde onu sergileniyormuş, başka müzelerde daha fazlasına yer verilirmiş..” diye başladı konuya. Meğerse dünyanın tüm müzelerinde belirli oranda eser sergilenir ve depolardaki tüm eserlerin sergilenmesi diye bir amaç olmazmış, zaten böyle bir şeye de imkan yokmuş…

Çalıştay’da Hocaların hocası Ergun Özsunay hocayı dinleme ve tanıma imkanım oldu. Çok değerli arkeoloji ve hukuk hocalarıyla tanıştım. Benim açımdan tam bir şölendi… Konuşan hocalarımızı tek tek sayamayacağım. Muhtemelen Çalıştay kitabı da çıkacaktır. Ancak çok etkilendiğim Tarih Öncesi Anadolu uzmanı Prof. Mehmet Özdoğan’ı, sualtı arkeolojinin önemini fark etmemi sağlayan Prof. Harun Özdaş’ı özellikle belirtmem gerekir. Mehmet Hoca kültürel miras denilince akla hemen Efes ve diğer İyon sitelerinin geldiğini oysa bunlarla birlikte ama onlardan binlerce yıl önce Anadolu’da bulunan, geliştirilen ve tüm dünyaya ihraç edilen ürün, mimari ve yöntemlerden bahsetti, biraz da sitemle… Yerleşik yaşam, mimari, kamusal yapılar, tahıl üretimi, çiftlik hayvanları, süt ürünleri, mayalı besin ve içecekler, çanak, kervan ticareti, yün dokuma, madencilik gibi.

Ayrıca Kültür ve Turizm Bakanlığı, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü Kaçakçılıkla Mücadele Daire Başkanı Zeynep Boz’u devlet adına yürüttüğü, inanılmaz bir enerji gerektiren yüksek bilgi, bilinç ve çabalarını hayranlıkta dinledim. Herkesin para, pul, güç peşinde koştuğu günümüzde Türkiye ve Anadolu kültür varlıkları için ne büyük bir şans, böyle birikimli bir uzmanın tam da yerinde direktör olması…

Dinlediklerimi Fikri Mülkiyet Hukuku anlamında değerlendirdim. Bu değerlendirmeleri kapsamlı bir makaleye dönüştürmeyi düşünüyorum. Yine üzerinde fazla düşünülmemiş bir alanla karşı karşıyayım. Rastladığım bir Hukuk Genel Kurul kararı ve bir BAM kararında, bir Kültür Mirası’nın kültürel varlık olarak değeri ile onun sanat eseri niteliği ve ondan çoğaltılan, geliştirilen farklı eserler arasındaki bağlantı konusundaki eksik değerlendirmeler gözüme çarpıyor daha ilk elde. Birçok konu ise açıkta incelenmeyi bekliyor.

Konu sadece geçmiş kültürel mirasın korunmasıyla sınırlı değil elbette… Konu, kültür varlıklarından çoğaltma ve/veya çoğaltma, işleme, geliştirme suretiyle yaratılan token, NFT gibi kripto varlıkların; sanal müze, metaverse, dijital ürün ve yöntemlerin niteliği ve hak sahipliğiyle ilgili birçok boyutu ilgilendiriyor dersem sanırım herkes pürdikkat kesilecektir.

Bu kısa yazıda birkaç hususu belirtmekle yetineceğim. 2863 Sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu doğal olarak bu kapsama giren kültür varlıkların korunmasıyla ilgili idari ve cezai hususları belirliyor. Kültür varlıklarının sahibinin devlet olduğunu düzenliyor (m.5). Telif hukuku açısından ikinci önemli husus kazı, sondaj ve araştırmalarda meydana çıkacak olan varlıkların yayım hak sahipliğinin kazıyı yapan ekibi idare edene ait (m.43) olması düzenlemesi… İfadelerin basit gibi görünmesi kimseyi yanıltmamalı. Bu iki hükmün ayrıntılı analizinde fikri mülkiyet hukuku kapsamında değerlendirilmesi gereken ciddi detay ve boyutlar var.

Örneğin kanunda geçen “Yayım Hakkı” ilk yayım hakkı mıdır, yoksa kanunda süre ve kapsam belirtilmediği için süresiz bir yayım hak sahipliği midir? Ya da bir kültür varlığının, diyelim MÖ. 5.yüzyıla tarihlenen bir Afrodit heykelinin eser sahibi onu yontan heykeltıraş mıdır, yoksa 2863 sayılı kanun bu temel telif hukuku ilkesini değiştirmekte midir? Devletin mal sahibi olması ne anlama gelmektedir? Bu soruların sadece girizgâh soruları olduğunu ifade edeyim.

Kültür varlıklarının soyut ve somut olarak ayrılması, yurt dışında o ülkenin mevzuatına göre elde edilen eser sahipliği veya ülkemiz mevzuatına göre kültür varlığının bazı hallerde bulana geri verilmesi halinde bulanın veya koleksiyonerlerin hakları, devletin bazı durumlarda verdiği iznin niteliği gibi çok sayıda tartışılacak konu bulunmaktadır.

Öte yandan, kültürel varlıkların görsel haklarının, gerek Dijital Tek Pazar Direktifi’nde gerekse diğer düzenlemelerde bahse konu olması ve kültür varlıklarına ait görsel eserlerden ve bunlara “erişim hakkı”ndan, ticaret dışı eserden, metin ve veri madenciliğinden bahsedilmesi de konunun bir başka boyuttan değerlendirilmesini gerektirmektedir. Masumiyet Müzesi’nin kuruluş işlemlerini yürütürken karşıma çıkan müzecilik hukukunun ise Kültürel Miras ve Fikri Mülkiyet alanı üzerinde gelişen başlı başına bir alan olduğunu da ifade edeyim.

Yine keyifli bir konu…