İnsan Hayatında Zaman’ın Katmanları
Can, yaşam, ömür ve hayat
Herhalde üzerinde en çok kitap, yazı yazılmış konular arasındadır zaman. Bir yanda Antik Dönem’inin metafizik zaman tartışmaları. Diğer yanda modern dönemin zaman kavramları… İslam’ın, Hıristiyanlığın metafizik zaman tartışmaları da antik dönemin kavramları üzerinde şekillenmiş.
Mitolojik zaman bir Titan’dır. Adı Kronos’tur. Zamanı yarattığı söylenir. Onun zamanı öfke, kızgınlık, arzu, yok etme üzerine şekillenir… Aristo’nun zamanı öncesiz ve sonrasız, dairesel bir zamandır. Dönerek akar daima… Platon’da ise zamanın başlangıcı vardır. Dünya, evrenle birlikte yaratılmıştır. Onlarla birlikte yok olacaktır. Aristo, Platon’u, zaman bir anda yaratılmışsa, zamandan önce hiçbir şeyin olamayacağını ileri sürerek eleştirmiştir. Ona göre zaman yaratılmamıştır…
İslam dini içinde zaman konusundaki en büyük tartışma, en büyük ayrım da Aristo-Platon ayrımı üzerinden cereyan etmiştir: Zamanın ezeli ve ebedi olup olmadığı veya bir diğer deyişle evrenin yaratılıp yaratılmadığı tartışması…
Modern fizik zaman-mekan kavramlarının birbirinden ayrılamayacağı temeli üzerine oturmuştur. Einstein’ın zaman-mekan kavramını sentezlediği rölativite teorisini ise Kuantum teorisinin zaman kavramı takip etmiştir. Buna göre zaman-mekanı entropi belirler.
Zaman üzerinde, çizgisel mi, dairesel mi, entropiye bağlı rastlantısal mı olduğu konularında tartışmalar devam etse de tartışılmayan şey, Antik Dünya’nın, Herakleitos’un terimiyle “Panta Rei” ilkesidir. Yani her şey akar. Doğal olarak zaman da…
Amacım bu derin tartışmalara girmek değil. Işık hızını sıfır kabul ederek, gözlemci yerine kendimizi yerleştirerek insanın zamanla ilişkisini dört terim üzerinden bakacağım.
Bu dört terim gündelik dilde çoğu zaman eş anlamlı olarak kullanılsalar bile, nüanslara sahiptir: Ömür, can, yaşam, hayat… Bu değerlendirmeyi yaparken sözlük anlamlarını biraz zorlayacağım. Amacım, insan için zamanın kronolojik, çizgisel, dairesel, rastlantısal anlamlarına gönderme yaparak zamanın nasıl işlediğine ilişkin bilimsellik iddiasında olmayan bir gözlük sunmak.
Ömür kelimesini “Bir ömür böyle geçti” deki gibi doğumla ölüm arasındaki biyolojik ve kronolojik zaman olarak algılıyorum. Can kelimesi daha ziyade “Can bedenden çıkmayınca” anlamında ruh olarak anlıyorum. Bu terimi, metafiziksel bir anlam vermeden doğuştan geçen genler ve sonradan oluşan ve o insana özgü karakter, bilinç, huy, davranış bütünlüğü olarak değerlendirmek mümkün. Yaşam ise doğumdan sonra insanın içinden geçtiği, kendisinden önce var olan ve sonra da var olacak topluma ait bir kavram olarak imgelenebilir. Hayat’ı ise yaşam kelimesinden ayırarak, insanın toplum içinde bilinçli ya da bilinçsiz tercihlerinin, tercihsizliklerinin bütünü olarak ele alma eğilimindeyim.
İnsanın “zaman”ı nasıl hissettiğine ve zamanın tek boyutlu olmadığına ilişkin detayların peşindeyim elbette.
Ömür
İnsan ömrü ortalama 80 yıldır derken fiziki yaşama potansiyelimizden bahsederiz. Buradaki zaman insan neslinin kalıtımsal olarak sahip olduğu/olacağı kimyasal-biyolojik faktörlerle sınırlıdır. Bu zaman evrendeki genel zamandan ki, ona Kronos diyelim; farklı bir zamandır. Ona da bağlıdır fakat kendi akrep yelkovanı vardır. Bu saatin süresidir ömür. İnsan ömrü toplumsal ve doğal nedenlerle kesintiye uğrayabilir. O zaman ömür biyolojik etmenler dışında ya da zehirli hava soluyorsak, zehirli yiyecekler tüketiyorsak biyolojik etmene dönüşmüş çevresel etmenler nedeniyle veya savaşlar nedeniyle sona erebilir. Sosyal nedenlerle de kesilebilir ömrün doğal zamanı. Ömrün zamanı, insanın büyük ölçüde kendi elinde olmayan nedenlere bağlıdır.
Can
“Adamın adı çıkacağına canı çıksın” derken, can sanki ruhi bir varlık varmış da fiziki bedenden çıkacakmış gibi bir anlam veririz deyime. Demek ki, fiziki varlığın ifade edemediği bir şeyler var ki insan varlığı içinde; meramımızı böyle bir ifade ile anlatıyoruz. İlahi güçlere inanan biri, çok rahatlıkla kendine dini ve spiritüel görüşler arasında bir geçit bulabilir. Hangi kisveyi giyerse giysin metafiziksel görüşlerde anlamayı sabitleştiren, dogmalaştıran, kendi içine hapseden bir yöntem var. Alevi inancındaki can kavramı da böyle… İnsanın içinde kutsal öz yani ilahı kuvvetin bir parçası olduğuna inanılır. Bu nedenle bu inancı bir kenara koyuyorum.
İnananlar sorabilir elbette, “Açıkla! İnsan varlığı fiziki varlığından mı ibarettir?”, diye… Hayata bilimin ışığında bakan biri, insan ailesinden aldığı genleriyle doğar, diye düşünür. Elbette insanın karakter yapısı birçok faktöre bağlı olarak zamanla değişebilir, en önemlisi fiziki varlığa bilinç eklenir. İnsan düşünce, duygu dünyası açısından değişen ve gelişen bir varlıktır. Öte yandan beyin hem vücudun istemli ve istemsiz hareketleri yöneten fiziksel bir organ hem de düşünce organıdır. Fiziki ve düşünce üreten yapısı birbirinden ayrılamaz. İnsan beyni yapay zeka araçlarının bile hȃlȃ ulaşamadığı karmaşık düşünme, karar alma süreçlerine sahiptir. Buna imkan veren beyin-sinir sisteminin fiziksel-kimyasal çalışma süreçlerini anlama çabası olanca hızıyla devam ediyor. Maddi temeli ne olursa olsun sonuçta insana çok seçenekli bir algılama yeteneği, davranış imkanı bahşediyor bu sistem. İnsan, düşünme, bilgiyi işleme kapasitesine bağlı olan bu algılama yeteneği ile kendine özgü bir toplumsal tahayyül dünyası yaratabiliyor. Ömer Hayyam gibi, Leonardo da Vinci gibi dehalar bu sınırları zorlayabiliyor, aşabiliyor üstelik. Sürekli hareket halindeki bu elle tutulamayan sadece sonuçları gözle görülebilen, gelişme ilkesine tabi potansiyel de insan varlığına dahil. Beynin fiziki varlığı içindeki, davranışları, karar alma süreçlerini belirleyen düşünme, imgelem, duygu kapasitesi… Düşler, hayaller, rüyalar da buna dahil… Belki “ruh” kavramını böyle algılamak daha açıklayıcı olabilir. Ya da daha doğru ifadeyle böyle algılamak bize insan yapısını anlama imkanları açabilir.
O zaman her insan, can’ının gelişimi açısından farklı bir zamana sahip.
Yaşam
Yaşam, tek tek bireylerin dışında ama tüm bireyleri de kapsayan toplumsal bir yapı. Hatta onu aşan boyutu da var. Yaşam tek tek insanlardan önce de vardı, sonra da olacak. İnsan bu yaşama gözlerini açtığında, daha ömrünün başında belirleyici faktörlerle karşılaşır. Zenci doğabilir, emekçi bir ailenin çocuğu olarak gözlerini açabilir dünyaya. Tersi de elbette… Çin’de veya Amerika’da doğabilir. İnsan yaşamı topluma ait kollektif bir kavram olarak ortaya çıkar. Yaşam, toplumların üretim tarzına göre niteliksel değişimler geçirir. İnsan ömrü boyunca yaşamın ona sunduğu birçok olayın, olgunun, ilişkilerin içinden geçer.
Bizimle dorudan ilgili olsun olmasın; bir kısım olaylar, olgular yanımızda, bir kısmı da bize uzak mesafelerde cereyan eder. Kimilerini ise hiç bilmeyiz bile… İster içinde olduğumuz zamanda, isterse var olmadığımız zamanda insandan bağımsız bir yaşam vardır ki, bu yaşam tarihi gelişim teorisinin açıkladığı ilkelerle geçmişten gelip geleceğe akmaktadır.
Bu nedenle yaşamın zamanı insanın diğer zaman bileşenlerinden bağımsızdır. Ama insan, yaşamın zamanına bağlıdır.
Hayat
Hayat da insanın toplumsal varlığına ilişkin bir kavramdır. İnsan hayata toplum içinde gözlerini açar ve zamanla bilinci bir varlığa dönüşür. İçinde bulunduğu, bulunmadığı olayları, olguları anlamaya çalışır; bilgilenir. Ya da bazı bilgilerle ilgilenmez veya varlığını bile bilmez. Ne olursa olsun doğrudan veya dolaylı olarak elde ettiği bilgiler yardımıyla seçimler, tercihler yapmaya, kararlar almaya başlar.
Olaylarla, olgularla ilişkiler kurar veya kurmaz. Belki de büyük çoğunluğunu fark etmeden yaşar. Bu nedenle hayatın zamanını belirleyen en önemli faktörler, dünyayı seyretmek ve eylemek arasındaki farktan doğar. Bunların da nüansları vardır elbette. Eyleyen bir insan hayata bir eylemle katılır. Bu aynı zamanda hayata müdahaledir. İnsan bir anda kendini, hayatı/hayatını değiştirmeye çabalayan özne olarak bulur. Bu çaba esnasında kendi de değişir. Bir şeye hayat vermek ya da canlılık vermek, canlandırmak deyişlerinde olduğu gibi… Bu eylemi sadece politik eylem olarak da düşünmemek gerekir. İnsanın her konudaki çabasını bu kapsamda değerlendirmek gerekir.
Denilebilir ki, eyleyen insanın zamanı farklıdır. Bu kronolojik uzunluk, kısalıkla ilgisi olmayan farklı bir zaman yaratır. Kronolojik zamanı kısa olan bir insan eyleyerek daha uzun bir zaman yaşayabilir. Ya da eylemi politikse kronolojik zamanı çok kısa da sürebilir. Özetle hayatın zamanını belirleyen bilinçli ya da bilinçsiz tercihler veya kayıtsız kalmalardır.
Hayatı yaşamdan ayıran en önemli fark, bilinci tercihlerimizdir. Bu tercihlerimize göre hayatımız kısa da olabilir, uzun da… Bu tercihlere göre hayat zengin de yaşanabilir, sade de yaşanabilir, basit de… İnsan, hangi tercih seçilirse seçilsin mutlu olabilir. Seçimlerin farklı felsefi anlamları vardır elbette. Her seçimde insan kendini hayatın içinde bir yere koyar; maddi anlamda bu görme gücünü açabilir, kapatabilir, kısırlaştırabilir. Buna göre hayattan aldığı zevkler de değişik elbette.
Hayat insanın ilişkileri üzerinde gelişir. İnsan içinde yer aldığı veya temas ettiği ilişkilerin ortasında yaşar. Bu ilişkiler ağı ne kadar çeşitliyse ne kadar farklı bakış açısına sahipse, insanın kendi varlığının o kadar zenginleşeceğini varsaymak mümkündür. Bir Fransız gazeteci röportajında “Ben arkadaşlarımı benim gibi düşünenlerden seçecek kadar aptal değilim.” diyordu. Kendi gibi düşünen insanlarla ilişki kuran bir insanın hayatıyla, çok farklı insanlarla ilişki kuran bir insanın hayatı farklı olacaktır. İnsanın yaşam içinde yer aldığı, almadığı veya temas ettiği, etmediği olgulara, olaylara; kurduğu-kurmadığı ilişkilere ve seçimlerine göre idrak ettiği zaman; ömür, can ve yaşama göre farklı akacaktır.
Hâsılı bir insanın zamanı, ömür, can, yaşam ve hayat zamanlarının bileşkesidir. Tıpkı, dünya zamanının kendi, ay, güneş, samanyolu galaksisinin zamanlarının ve hareketlerinin bileşkesi olduğu gibi.
15.9.2020
Haluk İnanıcı