Blog

20201124_165620_0000

Bu Dünyaya Fırlatılmış Bir Şair1

PAUL CELAN

Bu dünyayı dünyadan silmenin çaresini de yolunu da bulacağız.
Ingeborg Bachmann

Zaman zaman kütüphanemde sararmaya yüz tutmuş şiir kitaplarını yerlerinden çekip, yeniden okumaktan büyük keyif alıyorum. Bu kez elime Paul Celan’ın eski iki kitabı geliyor. İlki “Bademlerden Say Beni” isimli Adam Yayınları’ndan 1983 yılında çıkmış. Diğeri “Neredeyse Yaşayacaktın” ismiyle BFS Yayınları tarafından 1989 yılında yayımlanmış. Bademlerden Say Beni isimli şiiri neredeyse Paul Celan ismi kadar bilinen ünlü bir şiir. Gettrude Durusoy ve Ahmet Necdet tarafından çevrilmiş.

İkinci kitap Oruç Aruoba çevirilerinden oluşuyor. Merak edip araştırıyorum yeni Celan kitaplarını ve hemen sipariş veriyorum. Kalp Zamanı onun İngeborg Bachmann ile yaşağı aşkın tanığı mektuplar ve ilgili diğer mektuplardan oluşuyor. Ayrıntılı Paul Celan biyografisini yeni okuyorum. Çok etkileniyorum. Şiirlerin anlamı derinleşiyor birden zihnimde. Ahmet Cemal çevirilerini okuyorum; büyük bir keyif alıyorum.

Bu kez ilginç bir şey oluyor. Kasım ayının iki üç haftasında onun ve Bachmann’ın şiirleri yazıları içinde dolaşırken Celan’ın 23 Kasım 1920 de doğduğu dikkatimden kaçmış. Yani doğumunun 100. Yılını kutluyoruz bu yazıyı yayınladığım gün… Kütüphanemde kendini bana göstermesine, şiirlerini elime vermesinde gizli metafiziğe, bu tesadüfe şaşırıyorum. Üstelik ben onu düşünürken hakkında yayımlanan yeni  yazıları görünce öylesine neşeleniyorum ki… Şairler unutulmamalı. En umutsuz olduğumuz anda bize çıkar yolu onlar gösterecektir. Merak edenler, bir kısmını yeni okuduğum kitapları alıp kendilerini farklı bir dünya içine bırakabilirler. Ben sadece yeni okumaların üzerimde yarattığı duygulardan bir kaçını aktarmaya çalışacağım.

Bir Şairin Doğuşu

Paul Celan’ın Yahudi olarak başına gelenlerden çok azını biliyormuşum. Oysa anne ve babasının toplama kampında öldürülmelerinin etkisini hiçbir zaman üzerinden atamamış. Bir vedalaşma bile çok görülmüş ona. Ardından bu kez kendisinin çalışma kampına gönderilmesi ve iki yıla yakın süreyi burada geçirmesi ve sonunda şans eseri kurtulması…

Vedalaşamadığı, Naziler tarafından öldürülen bir annenin acısı. Yahudi tanıdıklarının acısı. Kendi acısı…

siyah sütü sabahın onu içiyoruz biz akşamları
günortaları onu, sabahları onu, onu gece yarıları
içiyor da içiyoruz onu
sıkışmasın diye insan mezarını göğe kazıyoruz2

Paul Celan’ın şiirleri arasında yeniden kayboluyorum. Ne kadar süre geçmiş seni son okumamın uzerinden?  Sanki ilk defa okuyormuş gibiyim. Yoksa aldığım keyif mi biçim değiştirdi? Ne olurdu okuduğum, gördüğüm duyduğum her şeyi, her lezzeti hatırlayan bir hafızam olsaydı! Senin aura’sı olan özel bir şair olduğunu yeniden hissediyorum. Her yanımdan kuşatıyorsun. Şiirinle dolduruyorum içimi. Önümde birden fazla çeviri. Farklı çeviriler. Ne garip, şiir dünyasında uçarken ayağım yere basmaya başlıyor. Görmediğim şeyleri görmeye başlıyorum. Ne muhteşem çevirmişler seni güzel Türkçeme… Ne güzel cesaret etmişler bu çok zor işe…

Ingeborg Bachmann’la Aşk

Anlıyorum ki hayatında yer eden en önemli kadın eski bir Nazinin felsefeye meraklı kızı Ingeborg Bachmann… Malina isimli romanından ve şiirlerinden tanıdığımız Bachmann… Kitaplarını adadığın eşin Gisèle’i de anmak gerekiyor elbette.

Nazi çalışma kampından şans eseri kurtulan sen ve Ingeborg Bachmann, neydi kurduğunuz masal dünyanız?  O sana, “Bana yazmayı dene, bana sor, yüreğinde ne varsa hepsini yaz! Senin çok yakınındayım” diyen Bachmann’la…

Yazamadıkların nelerdi? “Okuruma nisbeten daha başka bir zaman ve mekan katmanında duruyorum. Beni ancak ‘uzaktan’ anlayabilir3 derken, yaşadıklarının seni Nazizm-Faşizm geçmişiyle hesaplaşmayan ve kendi zindan hayatlarını yaşayan “normal” insanlardan uzaklaştırdığını mı düşünüyordun?

Bachmann’ın Celan’a yazdığı ama bitmediği için gönderemediği mektubu ben okuyorum. Utanıyorum… Keşke mektup bu haliyle de olsa ulaşsaydı Celan’a diyorum. Büyük bir haksızlık olmuş kendine yazılan mektubu okuyamaması… Bachmann’ın Celan’ı kaybetmemek için sarf ettiği büyük çabayı, başkasıyla yaşamasına rağmen verdiği değeri gösteriyor.

Bachmann’la mı bulmuştun, dünyevi hayattan uzaklaşıp yıldızların üstünü mesken seçtiğin4 aşkı? Mektuplarınızdan anlıyoruz ki, inişli çıkışlı bir aşk sizinki… Ama özel bir aşk…

II. Dunya Şavaşı kuşağının iki şairi olarak önce umutlarınız vardı. Zaman tüketiyordu bu umutlarınızı. “Bize acı çektiren zaman, meydana gelen her türlü onulmaz felakete boyun eğmeyen umutlarımızın zamanıydı. Değişim için biraz daha sabretmemiz gerekiyordu. Özgürlüğün tadı dudaklarımızın üzerinde duruyordu5.” Sabretmek yetmemişti, Avrupa yüzleşmemişti yarattığı felaketlerle…  Ne büyük paylaşım savaşlarıyla, ne İspanya İç Savaşı’yla, ne Yunan İç Savaşı’yla… Bu muydu umutlarınızı tüketen, sonunuzu hazırlayan?

Büyük bir yaşam mücadelesi veriyordunuz. Bu arada Almanya’da Naziler affediliyor, hayat hiçbir şey olmamış gibi devam ediyordu. Avrupanın parçalanması gibi aşkınız da parçalanmıştı. “Bilmediğimiz, anladığımız şeytani sebeplerle birbirimizin gururunu paramparça ettik.6Zaman zaman yükselen sesinizi duymuyordunuz. Ama zor anlarınızda yine birbirinizden yardım istiyordunuz. Bachmann sana yazdığı mektubunda “Seninle ben birbirimizi bir daha bırakmamalıyız -bu beni mahveder.7diyordu. Yazmayı son döneminize kadar kesmediniz. Birbirinize yaz lütfen diye yalvardınız adeta. Gelen ters cevaplara rağmen yılmadınız. Bir defasında ikiniz de şairlere yakışır bir cümle sarfetmiştiniz,   buluşmadan önce: Buluşalım, “Ama bu gece değil önce sözcükleri bulalım…8Bu cümleyi görünce inandım ki, siz ikiniz aşkı gerçekten bir sanat eserine çevirmek istemişsiniz…

Büyük savaş sonrasının iki şairi olarak, Celan ve Bachmann; siz sözün bittiği yerde yazarken o soykırımı, o sermaye savaşını yaratan vahşi dünyayla hesaplaşılmadığı icin, yaşananların yeniden yaşanabileceğini biliyordunuz… Büyük bir tehlikenin eşiğinde olduğumuzu ve barış şenliğinin bu tehlikeyi ortadan kaldırmadığının farkındaydınız. Haklıydınız! Sesiniz karşılık bulmadığı için yaşandı, Ruanda, Bosna Hersek katliamları. Onca savaş yeniden…  Oysa siz daha o günlerde biliyordunuz çözümü: “Bu dünyayı dünyadan silmenin çaresini de yolunu da bulacağız.”

Belki de çareyi bulamadığınız için kaybetmiştiniz başlangıçtaki umudunuzu. Belki de bu nedenle birbirinizden uzaklara savrulmuştunuz…

Yoksa Celan’ın intiharı seçmesinin ardından birkaç yıl sonra Bachmann’ın otel odasında yaşadığı trajedi de bilinçli bir ölüm tercihi miydi?

Ne kadar zor olsa da anlamaya çalışıyorum hassas, Yahudi toplama kampında ailesini kaybeden, esir tutulan, hırpalanan ve bu dünyanın kabalığına tahammül edemeyen acı içindeki ruhunu ama yine de sormak isterim; neden intihar eder büyük bir şair, en büyük silahtan daha etkili mısraları varken… Neden büyük umutlarla geldiğin Paris’te kendini Seine nehrine atarak son verdin hayatına? O seni derinden etkilediği anlaşılan devrimci önder Rosa Luksemburg’un öldürülüp Berlin’de bir kanala atılmasıyla ilgisi var mıydı bu seçiminin? Stefan Zweig’ı, Walter Benjamin’i kurtaramayan şiir ve sanat keşke seni, sizleri kurtarabilseydi…

Oysa asıl sizin gibiler yaşamalı bu dunyada. Hayatı ve sizin dediğiniz gibi aşkı bir sanat eserine çevirmek için…

Haluk İnanıcı
23.11.2020

PAUL CELAN
BADEMLERDEN SAY BENİ9

Say bademleri,
say acı olanı, uyanık tutanı say,
beni de onlara kat:


Gözünü arardım hep, gözünü açtığında,
sana kimselerin bakmadığı bir anda,
örerdim ya o saklı, o gizli ipliği ben,
ki onun üzerinde tasarladığın çiy’in

testilere doğru kaydığı bir zamanda,
yüreğe varamamış öz bir sözle korunan.

Ancak böyle varırdın adına, senin olan,
o şaşmaz adımlarla kendine yürüyerek,

savrulurdu çekiçler sanki bir çan kulesi
boşluğundaymış gibi senin suskunluğunun.
Ölmüş olan o şey senin koluna girer
ve işittiklerin de seninle birleşirdi,
üç olup giderdiniz geceyi katederek.


Beni de acı yap, acı yap beni.
Bademlerden say beni.

Çevirenler: Ahmet Necdet-Gertrude Durusoy 

INGEBORG BACHMANN
HENÜZ KORKUYORUM10

Henüz korkuyorum seni nefesimin incecik telleriyle
bağlamaktan,
düşlerin mavi bayraklarıyla süslemekten
ve sisli kapılarda karanlık şatomun,
beni bulasın diye meşaleler yakmaktan…

Henüz korkuyorum seni alacalı günlerden
ve güneş zamanının altın çavlanlarından ayırmaktan,
ayın o korkunç çehresinde
gümüş rengi köpükler saçtığında yüreğim.

Kaldır başını ama bakma bana!
İndirilmekte bayraklar, meşaleler sönmüş,
ve ay kapanmış kendi yörüngesine.
Gel, zamanıdır artık, gel
ve tut beni, ey kutsal çılgınlık!

Çev. Ahmet Cemal


1 – Paul Celan’ın kendi hakkındaki değerlendirmesi; Paul Celan, Karşılaşmalar, s.10, Doğu Batı Yayınları, 2020.
2 – Wolfgang Emmerich, Paul Celan, s.61, “Ölüm Havası” Şule Yayınları, 2012. Farklı iki çeviri için, Paul Celan, Ellerin Zamanlarla Dolu, s.21, “Ölüm Fügü”, T.İş.B. Kültür Yayınları, 2015; Paul Celan, Neredeyse Yaşayacaktın, “Ölüfügü”, s.19, BFS Yayınları, 1989.
3 – Emmerich, age., s.18;.
4 – Emmerich, age., s.52.
5 – Emmerich, age., s.71.
6 – Emmerich, age., s.105.
7 – Ingeborg Bachmann- Paul Celan, Kalp Zamanı, Mektuplar, s.128, Kırmızı Kedi Yayınları, 2014.
8 – Bachmann-Celan, age., s.128.
9 – Paul Celan, Bademlerden Say Beni, s.24, Adam Yayınları, 1983.
10 – Ingeborg Bachmann, Bu Tufandan Sonra, s.17, Metis Yayınları, 2018.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir